26 Ocak 2016 Salı

Acı çekenlere.


Kendine hiç sordun mu ne halde olduğunu? Kim sebep oldu acı çekmene? Neden yaptılar sana bunu? Belki çoktan sordun bunları kendine. Hatalarını görmeye çalıştın. Bir şeyleri yanlış yapmış olmalıydın, değil mi? Çünkü sebepsiz yere olmazdı kötü şeyler. İnsanlar insanları yok yere üzmezdi. Hayır. HAYIR. Üzerlerdi belki de. Anlıyorum şimdi. 

Yine de olanları düşünüp duruyoruz hep. Hatamızı bulmaya çalışıyoruz. Çok mu yüksek sesle konuştun acaba? Konuşamadın belki de yeterince? Yoksa yanlış mı anladı? Ondan nefret ettiğini mi düşünüyor sence? İstemeden bencilce bir şey mi söyledin? İçin içini kemiriyor. 

Ve ağlıyorsun. 
Göğsün ağrıyor. Üstün gözyaşı olmuş, sen salya sümük olmuşsun ağlamaktan, gözlerin şişmiş, montunla/eşarbınla/şapkanla örtmeye çalışıyorsun. Çoğumuz yaptık bunu. Hala yapıyoruz. Çünkü çoğumuza göre -en azından bana göre- insanların vaktini almak da bir bencillik değil mi? Onlara ne ki benim dertlerimden diye düşünmeden edemiyorum bazen. Bazen değil, çoğunlukla. Çünkü bazı kişilerle ne kadar iyi geçinmeye çalışsam da hep ters tepiyor. Ama bazı insanlar var ki istersen tüm gün onlarla konuş, seni dinlerler. Seni dikkate alırlar. Küçümsemezler. İşte onların değerini bilmek lazım.

Her şeyi geride bırakıp devam etmek istiyorsun değil mi? Biliyorsun ki yeni bir sayfa seni bir sen demek. Ama yapamıyorsun. Hala umutlusun çünkü.
Umut.
Seni devam etmekten alıkoyan şey bu. 
Olanların unutulacağını, ya da "olması" gerekenin olacağını umuyorsun hala, değil mi?
Küçük bir ihtimal de olsa.
O ihtimal var mı peki?
Eskisi gibi olacak mı her şey?
Acı çekişlerin bitecek mi peki?
Neden acı çekiyorsun ki hala?
Nereye varacak bu?
Ne kadar devam edecek böyle?
Hayır. Hiçbir yere varmayacak sonu. Sandığın gibi olmayacak. Gerçekten. Yiyip bitirme kendini. Kendini kurtar artık.
Çünkü o umursadığın, eskisi gibi olmasını istediğin şey ya da kişi, her neyse, arkasını dönüp de senin neler hissettiğine bakmıyor. Acılarını, pişmanlıklarını görmüyor.
Arkalarından bakmayı kes. Umutlanmayı da kes artık. Sadece koş. Ondan uzağa, onlardan uzağa. Koş. Koşabildiğin kadar koş, Ayakların ağrıyana kadar, kalbin ağrıyana kadar. Koş. KENDİNE DOĞRU KOŞ. Geleceğine doğru koş.

Senin suçun olmadığı durumlarda bile kendini ne kadar suçlayabilir insan, biliyorum. Emin ol biliyorum.
Ama hayır. Sen çok güzelsin. Öylesin.

Yataktan kalkıp bir şeyler yapmaya çalıştığında, insanlara gülümsemeye başladığında ne kadar mesafe kat ettiğinde anlayacaksın bunu. Sadece dene. Fark edeceksin.
Belki de zaten yapıyordun bunları. Peki ya yalnızken? Odanda?
Odanın kapısını kapattığında düşüyor mu gülümsemen hemen? Oracıkta?
Öylece durup işlerin ne zaman yoluna gireceğini düşündün değil mi? 
En kötü, en saçma davranışların geldi aklına. Kendinden tekrar nefret ettin.
Dünyadaki en iğrenç, bencil insan olduğunu düşündün.
Yalnız değilsin.
Ben de öyleydim, öyleyim.

Aynaya bak. Git ve gör kendini.

O aynadaki kişiye bak. Sensin o. Fark et bunu. Tüm uzuvlarınla, kusurlarınla mükemmelsin. Öyle yaratılmışsın.
Gözlerine bak. Görüyor musun? Ne kadar cesur olabileceğini? O derinlerdeki cesaretini? Ben görüyorum. Buradan bile görünüyor.

Kendini sev. Saçlarını sev, uzun burnunu sev, çarpık dişlerini sev, kahverengi gözlerini sev. Onlar kusur değil. Çok uyumanı sev. Uyuyamamanı sev. Saçma sapan esprilerini sev. Dakikliğini sev. Sesini sev. İğrenç dediğin yazını sev. Onlar da kusur değil çünkü. Birer parçan sadece. Düşünsene herkesin birbirinin tıpatıp aynısı olduğunu? Herkesin birbirine benzediği o sıradanlığı düşünebiliyor musun? 

Farklılığının farkında mısın? Dünyayı çeşitlendirdiğinin farkında mısın? Göremiyor musun hala bunun ne kadar güzel bir lütuf olduğunu? Kendinden nefret etme. 

Belki de "neler yaptığımı bilmiyorsun" diyeceksin. Haklısın. Bilemem. Sen de benim neler yaşadığımı bilemezsin. Ama bu dünyamızın sonu demek değil. Sadece bunun farkına varmalısın. Herkes düşer ve kalkar, böyle öğrenir. Bizim sorunumuz bunu kabullenememek. Ama kabullenmek zorundayız.

Şimdi o koca kıçını kaldır ve artık kendi iyiliğin için de bir şeyler yap.

20 Ocak 2016 Çarşamba

Neden duvar inşa ediyoruz?
Belki de kendimizi korumak için evet. Ama kimden? "Diğerlerinden" mi? Diğerleri kim peki?
Kırıldıklarımız, kırdıklarımız, yorgunluklarımız ve yorduklarımız belki de; duvarın dışında kalan, kalması gereken.
Aslında sorgulamak lazım. Etrafımızı değil. Kendimizi.
Belki de sorun diğerleri değildir. Belki de sorun biziz.
Duvarlar inşa ediyoruz. Etrafımıza. Düşmanlardan korunmak için. Ve bu bizi özgür hissettiriyor. Duvar! Bizi özgür hissettiren şey bir duvar!
Bunu düşünürken bazen -hatta genellikle- en başa dönüyorum. Duvarı neden inşa ediyoruz?
Sizi bilmem ama benim duvarım bana karşı örüldü. Benim tarafımdan. Kendimi kendimden korumaya çalışırken duvar inşa etmek geldi aklıma.

10 Ocak 2016 Pazar

Tamamlayamadığım yazı

Çok fazla söylenecek şeyimiz var.
Yılbaşı da bir bahane belki de.
Buraya size mutlu yıllar dilediğimi falan yazardım ama yazmayacağım.
Haksızlıklara göz yumulan, zalimin mazlumu ezdiği lanet olası bir yıl dahaydı.
Sınava girdiğim iğrenç bir yıldı.
Kafayı yediğim, uzuvlarımın parçalandığını hissettiğim,  bol kalp hastalıklı, gözyaşıyla ıslanan, arada gülmeye çalışılan bir yıldı.
"Bir şeylere" ulaşabilmek için adım atabildiğim bir yıldı. Bu en güzeli işte bu yılın. En masumu, en saf hali 2015imin..
"İyisiyle kötüsüyle" derler ya, ona yakındı işte bu yıl.
Maceralıydı, Sonunda yokuşu çıkmıştım, aşağı kayıyordum karlı yokuştan bu sefer. Eğlenceli, biliyorum. Ama önümdeki dağların da farkındayım bir yandan.

Dakikalar yaklaştıkça 2016ya, yine ne hissettiğimi bilmiyordum.
Hüzün? Fazlasıyla.
Mutluluk? Umut diyelim aslında buna. Umutluyum. Çünkü "bir şeyler" için "bir şeyler" yaptığımı hissediyorum artık.
Geride bıraktığım şeyler var mı diye bakıyorum ama yine yok. Ne zaman oldu ki zaten.
Belki de yüklerimizden kurtulamıyorsak, kurtulmuş gibi yapmalıyız bu devrede.

Bir şey daha var.
Söylemediğim.
Söyleyemediğim.
Söyleyeceğim.