27 Aralık 2017 Çarşamba

Boşluktasın.
Bir yanın doldurmak istiyor onu. Olması gerektiği gibi doldurmak istiyor. Ama bir yanın da doldursam yeter diye düşünüyor, emin olamıyorsun bazen. Ama olması gerekenin de farkındasın.
Diğer yanın seviyor o boşluğu. Sana kattığı şeyler var çünkü. Anlık zevkler güzel geliyor cesaret edemesen de.
Emin değilsin.
Nerede olmak istediğini biliyorsun ama bazen yine de emin olamıyorsun.
Yara almışsın zaten yeterince. Güvenemiyorsun artık. Çok güzel ihtimaller var önünde, olumlu ihtimaller var, mutlu hissettiren heyecanlandıran anlar var ama güvenemiyorsun işte. Hislerine, olabileceklere, geçmişin karşına çıkıyor hep. Özlemedin geçmişini ama tekrar üzülmekten korkuyorsun. Çok üzmüşler seni.
Acelen var. Yapmak istediğin ve yapman gereken çok şey var belirsiz olan. Hep bi belirsizlik var ve bu seni delirtiyor. Strese sokuyor. Bir an önce yolunu bulmak istiyorsun.
Bu arada, naber?

26 Aralık 2017 Salı

"Ben kaosa hayranım, fakat çoğu deli gibi kendi kaos türümü tercih ederim ve bu benimkine kesinlikle benzemiyor."

Odamdaydım. Yakacak bir şeyler arıyordum. Amacımın "yakmak" olmadığını da biliyordum aslında. Duygularımla ilgili belli sorunlarım vardı evet. Ya da bazı sorunlar vardı belirginleştiremediğim, o yüzden duygularım biraz tuhaftı bu günlerde.
Eskiden bir şeyler için yanıp tutuşurdum. Bi yanım insanları anlamak isterdi hep. Davranışlarına neyin, hangi olayların sebep olduğunu anlamayı, çözümlemeye çalışmayı seviyordum. Bir insanı intihara sürükleyen nedir mesela? Neden kendini asmayı değil de bileklerini kesmeyi seçer? Ya da neden hüzünlenince içkiye sarar çoğu insan? Neden hoşlandığımız kişiyle konuşurken geriliriz? Neden iç dünyasını gizler insan? Neden kendi gibi davranmaz? İnsanlar neden üzüldüğünde sigara yakardı? Ha keyif sigarası vardı bir de. Konu sigara değildi aslında, insanların bazı durumlarda bazı şeyleri bazı şekillerde dışarı vurmak istemesiydi. Neyse. Direkt soramazdım karşıdakine. Dinlemeye çalışırdım, uydurma anılar oluşturup konu açmaya çalışırdım hatta; konuşsunlar diye, anlayayım diye, üzgünlerse güldürebileyim diye.  İnsanları neşelendirmeyi seviyordum.
Sigara içemiyordum. İzin vermiyordu vücudum. Dumanını çekebileceğim hiçbir şeye iznim yoktu. Öyle bir çabam da olmamıştı zaten. Ama duman istiyordum sadece. O dumanı verebilecek bir şeylere ihtiyacım vardı. Havada süzülüşünü seyrederdim hep. Parmak uçlarımla dokunurdum ona, şekil vermek hoşuma giderdi.
Evde çok tütsü vardı önceden. Birkaç tanesini bulmayı umarak dolapları karıştırdım.
Çekmecede buldum sonra. Pembeydi içindeki tütsüler. Hatırladım hemen. Sakura tütsüleri. Aldığım gün pişman olmuştum aldığıma. Kokuları yoktu çünkü. Aroması yoksa annem evde tütsü yaktığımda is kokusundan dolayı çok söylenirdi ama onu dinleyen yoktu, yine de dumanı için yakardım odama kilitlenip.
Ama saçmaydı bunlar. Şu insanların davranışlarını merak etmem konusu yani, yukarıda bahsettiğim. Bana neydi ki. Ya da çabaladığım şeyler veya karşımdaki kişiler benim için zordu. Sonradan fark ettim ki o zamanlar anlayamamışım sadece. Bazı şeyleri anlamak için gerçekten zamanının gelmesi gerekiyormuş.
Sonra küçük şeyler geçti başımdan işte. Her zamanki şeysilerim. Bla bla. Deliler vardı hep kafamda, etrafımda.
Aceleyle çakmağı yaklaştırdım tütsüye. Ve yaktım. Neden bir tütsüyü yakmak bu kadar heyecanlandırmıştı bilmiyorum pek. Genelde böyle olur. Arkadaşlarla "mekanlara akarız" mesela, onlar sigara yakar, ben yerde bulduğum yaprağı yakıp izliyorum bazen. Kuru yaprak yakmak göz yaşartıyor bu arada, bilginize. Ama o duman hep hoşuma giderdi böyle işte. Mumları küçükken birkaç kez üflerdim mesela, ya da kağıt yakardım bazen.
Sonra bir aydınlanma yaşadım. Onlarla aramda her daim bir şey vardı. O bahsettiğim insanlarla yani. Kafamdakilerle, etrafımdakilerle. Fiziksel ve zihinsel. Ve bunlardan birini aşmak için diğerini de geçmem gerekiyordu. Ama bunu yapamazdım. Önceliğim değildi, yapmam gereken bir şey de değildi. Ama zamanı gelince tam olarak bunu yaptığımı fark ettim.
Kendimi bırakmıştım o yaz. Tüm düzeni, tüm disiplinli düşünceyi, hepsini. Kilit altına almıştım ve kapıyı açıp çıkmıştım içinde olduğum kutudan. O ana kadar içinde bulunduğum yüzlerce kutu vardı ve hepsini aşmıştım, bu da son katmanıydı sanırım.
Yatağa oturdum. Küçük bir çay tabağına yerleştirdiğim tütsüye baktım. Elime alırdım normalde ama o kül olan kısmının şeklini hiç bozasım gelmiyor ya. Yanan kısmı alev alıp kararıyor, daha sonra küle dönüşüyordu ama dağılmıyordu. Bu sırada dumanı da çıkıyordu elbette.
Sonunda tütsüyü avucumun içine alıp göz hizasına getirdim. İğrenç bir koku vardı odada evet ama dumanın kıvrımları olayı normalleştiriyor.
Değişik şeyler gördüm. Yaşamadım ama yaşamak üzereydim bazılarını. Kutunun içinde bıraktığım, üç sene önceki halimin sevmeyeceği, hoşlanmayacağı şeyler. Şahit oldum. İstemeden dahil olmuştum bu kutudan çıkma olayına ama dengeyi koruduğum sürece sorun yok diye düşünmüştüm. Bilmediğim bir yeri keşfe çıkmak gibi. Daha fazla güldüm, daha fazla çığlık attım, zırladım. Hayatımdaki her şey "daha fazla"ydı. Fazlaydı ve bunu seviyordum. Bazı şeyler olmamalıydı, bazı yanlarımı sadece bazı insanlar görmeliydi ama iş işten geçtiği için bunları çok düşünmek istemiyorum. Verdiği pişmanlık yetiyor zaten. Sonra şunu fark ettim, bazı şeyler diye bahsettiğim o "şeyler" hep içimdeydi, hep öyleydi ama bir yere kadar hep kendimi tutmuşum, dışa vurmamışım. Özgürlük gibiydi o an hissettiğim. İnsanlar hep söylerdi enerjik olduğumu, neşeli olduğumu, ama yine de bir şeyler birikmişti içimde işte. Yılların birikimi, küçük, çoğu ergence ama sonu değişiklik sağlayan olaylar. Birikmişti ve son damlayla beraber taşmıştı artık. Ve yıllar içinde topladığım o parçalar.. Kolaj gibiydim, mozaik gibi.
Parmağımı dumana yaklaştırdım ve etrafında gezdirdim, dans edercesine parmağımı sardı duman da, birden parmağıma çarpıp aniden geri döndü. Kıpırdamadım, parmağımı saran dumanın yükselmesini bekledim. Duman olduğu yerde duruyordu hala. En sonunda dokundum ona. Bulutumsu bir şekil aldı. Yataktan doğruldum ve yere oturdum. Dumanın ne yapacağını merak ediyordum.
Hala yatağın üzerindeydi. Cidden bir bulut gibi yığılmıştı oraya. Yorganı silkelesem gider mi ki diye düşündüm ama riske atmaya değmezdi. Onun yerine elimi uzattım yatağa ve o an dumanda bir hareketlilik hissettim. Elime doğru yaklaştı duman usulca. Bulut halinde sardı elimi, oradan koluma geçti ve en son yüzümde hissettim o bulutu. Öper gibi dağıldı yüzümde. Ve gitti.
Düşünmek zorunda olmamak insanı özgürleştiriyor. Sadece hareket etmek, eyleme geçmek. İstediğin zaman koşmak, dans etmek, bağırmak, ortalığı dağıtmak. Herkesin kaosu farklıdır, benimki de bu işte. Evet adam öldürmek değil kaosum, tanımadığım biriyle yatmak da değil, binaları patlatıp çatılarından atlayıp kahkaha atmak da değil -tamam, belki bunu düşünmüş olabilirim,- gerçi hala arada birilerini dövesim geliyor mu? Evet. Böyle kocaman bi balyoz alıp kafalarını ezmek istiy-neyse.
Kutudan bahsettim, içinden çıktığım. O kutuya geri dönmek istemiyorum ama hep o kutunun etrafında dolanıyorum. Keşifteyim ama kutuyu görebileceğim uzaklıklarda takılıyorum. O kutuya ihtiyacım var biliyorum. Madem kutunun vazgeçmemem gereken bir şey olduğunu fark ettim, o zaman neden kutuyla beraber gezmiyorum ki dedim geçenlerde. Çok büyük bir şey değil zaten, taşıyabilirim.
Bir kutunun içine her şey konulabilir.
Bir oyun, bir maske, bir balyoz, bir vicdan, düşünce, nefret, aşk.

25 Aralık 2017 Pazartesi

Yaz. Yaz. Yaz. Yaz.
Yürü.
Yürüyorum.
Çanlar çalıyor. Tapınak çanları. Susmuyor.
Sese yöneliyorum yolun kenarına geçip. Yoldan çıkıp çimenlere atlıyorum. Taştan basamakları geçip ormanın içindeki bir tapınağa uzanıyorum. Susmayan, durmayan çanlar buradaymış meğer. Halatlarını çeken de yok halbuki. Ama her saniye halatı çekiliyormuş gibi çalıyorlar.
Tutuyorum halatlardan birini. İkisi de duruyor.
Tekrar yolda buluyorum kendimi. Tapınağı geride bırakmışım biraz. Ormanlar devam ediyor. Hava kapalı. Biraz soğuk. Yağmur yağacak gibi. Ürperiyorum. Karşıda biri var. Kim olduğunu bilmediğim birileri. Aslında bildiğim ama inkar ettiğim. Yolun tam ortasında, çok uzakta, ama tam karşımda. Ona doğru ilerliyorum.
"Nasıldı?" diye soruyor. Başkasından bahseder gibi bahsediyor. Ama konu aslında kendisi. Ben de karşımdaki başkasıymış gibi cevap verdim.
"Karanlık. Ama güzel bir karanlıktı."
"Aydınlıktır belki de. Sen siyah görüyorsundur onu."
"Olabilir."diyorum. "Henüz tam olarak anlayamadım."
"Ama devam etmek istiyorsun?" diyor hafifçe sırıtarak.
"Evet."
Sevdiğim birinin intihar haberini aldım.
Yakın değildik. Ama sevecenliği, duygusallığı ve narin neşesi herkes tarafından bilinen biriydi. Lise zamanlarım onunla geçti.
Bunu yazıyorum çünkü onun yerinde ben de olabilirdim, başkası da, sen de.
Olabilirdik işte.
Bazı insanlar var etrafımızda, acı çektiğini anlayamadığımız, ya da acısını, derdini küçümsediğimiz. Öyle bi yaşıyoruz ki sanki en dipteki bizmişiz gibi, diğerleri şımarıyormuş gibi. Biri derdini açtığında önemsemiyoruz, ya da derdini anlattığını, anlatmaya çalıştığını anlamıyoruz bile. Çok neşeli duruyor mesela karşındaki, ertesi gün evinde ölü bulunuyor. Anlam veremiyorsun. "Çok mutluydu halbuki" diyorsun, "Daha dün konuştuk!"
Ama öyle olmuyor işte.
Depresyon, içten tüketen bir hastalıktır. Kulağınıza fısıldar, duyabildiğiniz tek şey o olana dek. O da dayanamamış demek ki, çok yorulmuş, yardım edecek kimseyi bulamamış etrafında, doktoru bile karşı çıkmış ona. Daha fazla direnmek istememiş belki de. Herkesin dayanma gücü farklıdır, o kendi dayanma gücünün sınırlarını aşmış bile, yaşadığı onca şeyden sonra.
Sonu bu mu olmalıydı?
Kendi mutluluğunu bulabilme ihtimali varken neden insanlar tam tersini yaptırdı ona? Neden yalnızlığa itilmek zorunda kaldı?
İnsanları anlayın. Ne istediklerini, ne zorluk çektiklerini. Ve hiçbir zaman size söylediklerini hafife almayın.
Bir insan düşünün, çevresindeki bütün herkesi din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeden sevmiş, korumuş; onlara sadece insan oldukları için değer vermiş. Çok iyi iş çıkarmış, elinden geleni yapmış olmasına rağmen kötü biri olduğu düşüncesiyle depresyona girmiş, çok savaşmış fakat bu savaşı kaybederek çıkış yolunu intiharda bulmuş 27 yaşında bir genç düşünün. Organlarını bağışlamış, sırf bu yüzden de hiçbir şekilde vücuduna zarar gelmemesi adına tavada briket kömürü yakıp onu soluyarak intihar etmiş bir insan düşünün. Hayat enerjisiyle dolup taşan birini bu sonuca getiren baskıyı düşünün. Mektubununun son satırlarında bile "Bana elimden geleni yaptığımı söyleyin." diyen bir insan düşünün.

Veda mektubundan bir şeyler koyacağım buraya

"...
"Bitirmek" lafı kolay
"Bitirmek" zor
Neden acı çektiğimi bulmamı istediler
Gayet iyi biliyorum. Ben, benim yüzümden acı çekiyorum. Başından beri hepsi benim hatamdı, ben işe yaramaz olduğum için...
Doktor, bu sözleri mi duymak istiyordun?
Hayır. Ben hiçbir şeyi yanlış yapmadım
Ufak ve nazik bir sesle karakterimi suçladığında
"Doktor olmak epey kolaymış" diye düşündüm.
Bu kadar acı çekiyor olmak ilginç bir şey.
Benden daha çok zorluk çeken insanlar gayet güzel yaşıyormuş ama
Benden daha zayıf insanlar gayet güzel yaşıyormuş ama
Öyle değil gibi.
Yaşayan insanlar arasında benden daha çok zorluk çeken insan yok, benden zayıf insan da yok.
Öyle olsa bile yaşamaya çalıştım.
Neden böyle yaşadığımı binlerce kez sorsam da, benim için değil
Sizin içindi
Benim için olmasını istedim
Lütfen bilmeden konuşmayın.
Neden zorluk çektiğimi bulmamı istediniz
Binlerce kez söyledim,
Neden zorluk çektiğimi.
O kadarıyla, bu kadar acı çekmem zorsa
Daha özenle hazırlanmış bir dram mı olması gerekiyordu?
Biraz daha fazla neden mi olması gerekiyordu?
Çoktan hikayemi anlattım ya.
Fikirleriniz değişmediği için olmasın?

Bunu neden mi seçtim. Komik bir olay.
Şimdiye kadar dayanabilmem bile takdire değer
Daha ne söyleyebilirim ki. Sadece sıkı çalıştığımı söyleyin herkese.
Şimdiye kadar iyi iş çıkardığımı söyleyin. Zorluk çektiğimi söyleyin.
Gülemeseniz bile beni suçlayarak göndermeyin lütfen
Sıkı çalıştın
Gerçekten zorluk çektin deyin bana.
Hoşçakal. "
"..ve o günden beri bu tekerlekli sandalyeye bağlıyım!" dedi yüksek bir sesle.
İnsanlara bacaklarını kaybediş hikayesini anlatmaktan bıkmıştı aslında. Ama soran kişi o olunca anlatmak istemişti. Mesele karşısındaki insan değildi, onun içinde uyandırdığı isyandı diye düşündü, öyleydi çünkü. Bastırdığı bir şey ortaya çıkmışcasına yükselmişti sesi.
Sustu. Günbatımına bakmaya devam etti.
"Acele ediyorsun. dedi karşısındaki. Gözünü bir an olsun güneşten ayırmadan. Tebessüm etti. "Biraz daha beklemen gerek." dedi.
Çocuk önce bacaklarına baktı. Dizinden altı yoktu işte. Adama döndü sonra. Aydınlanmıştı o an sanki. Gözleri açıldı ve hayatında duyduğu en hayret verici cümle buymuş gibi "Haklısın!" dedi. Günbatımını izlemeye devam etti.
"Gidemiyorum. Gidemiyorsun."
gitmeyelim o zaman. İzin verir misin?
Kırdım kafayı. Dersteyim. Ama iyi olurum. En iyi yaptığım şey. İyi olurum ben. İyiyim. Hiçbir şeyim yok be.
İyiyim.

Moralimi kendi kendime düzeltemiyorum artık sadece.
Hala deniyorum
İyiyim.
İYİYİM

Söylesene, iyi misin? İyi ol olur mu?

:D
hehe
haha

İyi ol.

İyi misin?

Tabi.
Alakam yok ya muhteşemim yani
Ne zaman alakam oldu ki zaten
Değil mi? İyiyim.
İyiyim.

Kötü işte.
Bitirdim diyorsun. Arkama bakmayacağım artık diyorsun ama öyle kolay olmuyor işte.
Ama neden ki. Neden yani. Kopsa gitse geçmişimiz mesela. Gitse ya. Ayrılsak birbirimizden. Düşünmesem hiç. Keşkelerim olmasa. İçimi durup dururken huzursuz etmese mesela. Önüme bakabilsem. Tüm mutluluğumu aniden alıp gitmese. Sıkışmasa kalbim.
İzin ver. Lütfen.