23 Ekim 2015 Cuma

Nefes alıyorum.
Nefes alıyorum.
Nefes alıyorum.

Kalbim sıkışıyor arada. Ama toparlıyorum. Tekrar nefes alıyorum.

"Uyan! Uyan!" diye haykırıyor o ses. Ellerimi tuttuğunu hissediyorum. O soğukluğu hissediyorum. Ellerinin ellerimi sıkıca kavrayışı ürpertiyor bedenimi. Soğuk. İlk defa beni ürpertiyor. Nefesim kesiliyor, ama bırakmıyorum elini, o da bırakmıyor zaten. Bırakmaz..

"Uyan.. Lütfen!" sesi daha fazla titriyor bu sefer. Ve hıçkırıklarını duyuyorum. Elimi yanağına götürüyor hızlıca. Gözyaşları düşüyor elime, yerdeki karlara.. Üstüne yığıldığım karlar bedenime işliyor sanki. Nefesimi kesen şey hangisi bilemiyorum o an.

 "Beni bırakma.." diyor ama farkında, bıraktığımın.
Keşke kalkabilsem diye düşünüyorum. Keşke kalkıp son kez sarılabilsem ona. Keşke tekrar kartopu oynayabilseydik birlikte, keşke biraz daha bakabilseydik kutup ışıklarına. Keşke ona biraz daha bakabilseydim, dudaklarına dokunabilseydim diye düşünüyorum. Ama gözlerimi açamıyorum bile.

Kutunun içine kilitlenmiş gibiyim. Hep böyleydim zaten. Özgür olması gerekenin hep bi kutuya konması beklenirdi bizlerden. Özgürse aykırıydı, ya da çok güzeldi kullanılamazdı. Ruhum da öyleydi o an. Kaçması gerekiyormuş gibiydi ruhum. Çıkmalıydı, çıkmalıydım o küçük kutudan. Fazlası olmalıydı. Derinlere inebilmeliydim, zirvelere çıkabilmeliydim. Onu son kez görebilmeliydim.

Ama gidecektim. Gitmeliydim.

19 Ekim 2015 Pazartesi

İçimdeki isyancı durmuyor.
Çıkıp yüzsüz yüzlere bağırmak istiyorum. Belki de isyanım onlaradır diye.
Belki bu kadar varlık içindeki yokluğumu(zu) sorguluyorumdur hala.
Belki de kafes dar geliyordur, kırmak istiyorumdur.
Belki de kırabilirim ama kendimi kıramayacağıma inandırmışımdır.
Belki, belki, belki..
Belkilerle yaşamıyor muyuz zaten, belkilerde kaybetmedik mi onca güzelliği?
Belki de belkilerden kurtulmalıydık zamanında..
Tüm hayatımızı "belki" labirentinde tıkılı bir şekilde geçirmiyor muyuz zaten?
Düşünüyoruz, bir gün oradan kurtulacağımız anları düşlüyoruz. Ne kadar harika günlerin bizi beklediğini düşünerek geçiyor saatlerimiz. Ama asla gelmiyor o günler, aksine, sanki gelmesini istemiyormuşuz gibi tavırlarımız..
Labirentten çıkmayı denemiyoruz.
Sadece hayal ediyoruz.
Belki geleceği "şimdi"den kaçmak için kullanmamalıyız artık. Ne dersin?

11 Ekim 2015 Pazar

J'ye mektup.

Selam J,
Yarın ilk gün.
Evet. Okulun ilk günü.
Heyecanlı mıyım? Değilim desem yalan olur.
Tuhaf hissediyorum. 3-4 senedir hayalini kurduğum büyük şeylerden biri gerçek olacak yarın. Yine de içimde hala bir tarafım kırgın, depresif belki de. Nedenini biliyorsun. Adın gibi biliyorsun işte.
Bütün bunların sebebi sendin J. Buraya kadar gelebilmemi sağlayanlardan biriydin. Artık ne kadar yanımda olmasan da, her ne kadar seninle yüzleşecek cesareti kendimde bulamasam da.. Beni motive eden tek şey hayallerim değildi. İkimiz de biliyoruz acının beni motive ettiğini. En azından başlarda öyleydi.
Bazen yine eskisi gibi oluyor her şey. Karanlık, boşluk ve soğuk. Ama bazen acı ihtiyaçtır değil mi J? Neyse, seni bulmuşken bu konuyu uzatmak istemiyorum. Hani sana demiştim ya, "Sadece sınavın bitmesini ve sana sarılmayı istiyorum." diye. Yarın kapıdan geçtiğimde sana sarılmış gibi hissedeceğim. Sanki sen oradaymışsın gibi.. Oranın bir öğrencisiymişsin gibi. Ve sonra sen uzaklaşacaksın, yine. Bu sefer beni yine bir serüven bekleyecek, sana doğru. ve ben yine gideceğim, yürüyeceğim. Alıştım zaten. Yorulsam da, sürünsem de bazı şeylere ulaşmayı, bazı şeyleri yapmayı cidden istiyorum ve peşini bırakmaya niyetim yok. Yok işte. Çünkü bu saçma sapan dünyayı düzeltemem umudum kalmadı, ama en azından deneyebilirim. En kötü ihtimalle bu saçmalık dünyasında dünyamı doldururum. Tek başıma.
Yarın için bana şans dile olur mu? Gelince görüşürüz.

10 Ekim 2015 Cumartesi

Kış gelmeliydi. Soğuktan donmalıydım. Kendime gelmeliydim. Nerdesin? Geç kaldın.