26 Eylül 2016 Pazartesi

Bazen anlatmak istiyorum birilerine. Herhangi birine. Hayallerimi değil, hayalim kalmadı zaten. Ama haykırasım geliyor içimde dolup taşanı. Onca hüzne rağmen hayat doluyorum bazen. küçük birikintiler toplanıyor göğüs kafesimde. Bir an gerçekten çok mutlu oluyorum. Bir anlığına..
O anlarda anlatma isteği geliyor işte. Disney'in prenses filmlerindeki gibi. Ellerinden tutup odanın dört köşesinde dans etmek istiyorum karşımdakiyle. Unutmak istediğim için böyle belki de. Bilmiyorum. Yine de anlatmak, konuşmak istiyorum. Bir şarkıyı dinlerken ne hissetiğimi mesela. Acaba o hangi şarkıyı dinlerken öyle hissediyor, bilmek istiyorum. Hiç 70lerde 80lerde gibi hissetti mi ruhu acaba? Hiç Japonya'da sahil kasabasında çayırlarda koşmak istedi mi? Koşarken birden uçurumun kenarından denizi gördüğünü, hissettiğini hayal etti mi? Hiç gökyüzüne bakıp umutlanmak yerine ağladı mı sadece? Oturup saatlerce kedi sevdi mi hiç mesela? Ama soramıyorum. Sadece saçma sapan konuşuyorum.
Belki de saçma sapanlık anlayışlarımızı karşılaştırmalıyım.
Belki de karşılaşmalıyız bir yerlerde.
Uzaklarda bir yerlerde, yakınlarda bir yerlerde.
Yere düşmeden daha fazla.
Fazlasıyla dağılmışken tutunmalıyız en kötü ihtimalle.
En iyi ihtimalle.
Vazgeçtim artık dışa vurmaktan.
Anlatmaya çalışmaktan vazgeçtim. Anlamaya çalışmaktan da vazgeçtim. Ne olanları anlayabiliyorum ne kendimi. Olanları mı içselleştirdim yoksa olmayacakları mı? Ayırt edemiyorum. Fark edemiyorum.
30 saniye gülüyorsam 30 saniye ağlıyordum. Artık ağlayamıyorum. Boğazımı düğümleyen şey izin vermiyor. Ağlamak için hafta sonları kaçabileceğim bir yerim de yok artık. Ne kaldı elimde?
Gözlüğüm bile kırıldı.