11 Aralık 2016 Pazar

Randevu-2

+Daha erken gelmen gerekirdi.
-Biliyorum.
+Neden gelmedin peki? Biliyorsan?
-Geldiğimde karşında susup kalmaktan korktum. Açıklayamamaktan korktum.
+Zorunlu hissetmemen gerekir. Ben sen değil miyim? Neden korkuyorsun?
-Nedenini ikimiz de biliyoruz. Belki de bilmiyoruz.
+Cevapları birbirimizde arıyoruz çünkü. Çünkü bölündük. Aynıyız ama bölündük. Ya da aynayla konuşuyoruz.
-Bölünmek daha mantıklı geliyor aslında. Sadece kendimi neye göre böldüğümü bilmiyorum. Sahi, sen nesin? Hangi tarafımsın?
+Anlatan sensin, dinleyen benim. O yüzden anlat.
-Pekala, son zamanlarda uslu davranmadım. Ya da nasıl davrandığımı kontrol edemiyorum diyebiliriz
+Ne gibi?
-İçimde çığlık atıyorsun. Ya da atıyorum. İçimde çığlık atanlar var. Duyuyorum. Duymamazlıktan gelmeyi deniyorum, ama artık yorulmuş gibiyim. Biliyorum işte. Sessiz olan sensin ama çığlıkların dinmiyor. Yine içindeyim.
+Buraya gelme sebebin ilacı almak o halde? Hiç uğramamalıydın.
-Anlamadığın şey de bu! Duygu kontrolsüzlüğümü bastıramazsam ne yaparım!? O ilaca ihtiyacım var!
+Yok.
-Sen ne anlarsın ki? NE ANLAYABİLİRSİN? Yaptığın tek şey bu bedenin içinde etrafı izlemek! Peki ya ben? Senin yapmadığın her şeyi ben yapıyorum! Hiç yardımcı olmuyorsun! Her gün her yerde anılar çarpıyor yüzüme! Boğuyorlar! Nefesim kesiliyor! Her olayın en kötü ihtimalleri geliyor aklıma. Eskide kalan güzel anılar bile ölmemi istiyormuş gibi. Ağlayamıyorum bile.
+Bunları "senin" yapmanın bir sebebi var ve bunu yine senden duymak istiyorum.
-Çünkü sen dış tarafımsın. Etrafa gösterdiğim değil, uyuşmuş tarafım. Yorgunluğu benden çok barındıran, içinde az da olsa mutluluk olan. Ya da mutluluk değil de, ne demeliyim; coşku?
+Coşku sensin.
-Ooo hayır hayır hayır. Yok o coşku. O coşku kalmadı artık. Oradan oraya zıplayan kız değilim. İşler değişti. Her yer cehennem artık ve bu cehennemde çürüyeceğim. Yaptığım tek şey her yeri herkesi her şeyi yakıp yıkmak. O da kafamın içinde oluyor zaten.
+Şu an zaten kafanın içindesin.
-Her neyse işte. Demek ki iç dünyamın bile iç dünyası var. Döngü mü deniyor buna?
+Döngü? Zincir? Paradoks? Fraktal bile diyebilirsin.
-Kendinden geçtin mi hiç?
+İçmek gibi mi? Hayır.
-Öyle değil. Genelde insanların kriz geçirdiği anlarda ben öyle olmuyorum. Hatırlasana, burada, tam bu odada duvarları kırıp çığlık atıyorum. Kendi kendime var ettiğim kişilikleri özellikleri ya da insanları öldürüyorum. O sırada dışarda oluyorsun. Krizimin geçmesini bekliyorsun. içinde olduğumuz beden de kendini hissetmiyor o an. Uyuşuyor ve bum! O ağır çekim hissi hani. Her şeyin yavaşladığı. Ortamın sisle kaplandığı an. Gözlerinin kısıldığı, ya da kapandığı.
+Kapının önünde sadece beklemediğimi ikimiz de biliyoruz. O kapıyı tutuyorum. Açma diye.
-Ya da kırmayayım diye. Beceremiyorum da zaten. Her neyse, beni korumaya çalışma artık.
+Kapıyı "seni" koruduğum için mi tuttuğumu sandın? 

22 Kasım 2016 Salı

Randevu -1

Hissetmek. İyi ya da kötü. Sürekli hissediyoruz ya. Neyse, daha daha nasılsın?
-Nasıl mıyım? Hah! Süperim! Hissetmek dedin ya işte tam anlamıyla hissediyorum şu an.  O gün kabuk bağlayan yaramı kesip "deşmişlerdi" hani, tuz basmışlardı üstüne. O günden beri daha iyiyim. Yarayı "deştikçe" gülüyorum.
Gülüyor musun?
-Evet! Ne yapacaktım ki başka? O kadar doluyum ki o yarayı deşenlere, içimdeki öfke gözlerimden kanla çıkıyor dışarı, durduramıyorum. O kadar güzel ki istemsizce kahkahaya dönüşüyor çığlıklarım! Herkesi nasıl öldürürdüm diye düşünüyorum bazen. Sevdiklerimi üzüyorum bağırıp çağırarak. Bazıları dayanamayıp ağlamaya başlıyor. 
Sahi, o kahkahaların. Daha iyi misin peki?
-Dedim ya, daha iyi olamazdım. Kahkahamı ona borçlu olduğumu söyleyemem ama büyük sebeplerinden biri o değil mi zaten? Ya da onlar. Ya da o. Her neyse. Her konuşmada içimden "Her şey yarım kaldı gerizekalı!" demek istiyorum. "Onu aldıkları gibi seni de aldılar aslında." diyebilmek istiyorum yüzüne. Ama diyemiyorum. Diyemiyorum çünkü o da gitmeseydi onu da özlemeyecektim gibi geliyor. Değerini anlamazmışım gibi. Tüm tanıdıklarımın öyle aslında. En büyük parçayı kopardıklarında küçük parçalar dağıldı kendiliğinden. O da minik parçalardan biriydi. 
Peki ya diğer sevdiceğin? En büyük parçan?
-Canımın parçası.. Yıllardır değerini bilemediğim. Son 9 ayda her gün rüyamda görüp sarıldığım. Yokluğuna alışamadığım..
Alıştın artık.
-Alışmadım. Bir gram alışmadım. Alışmaya çalışmaya alıştım belki de. Konu onun gidişi değildi. O başlangıcıydı ve daha deşmem gereken bir açık yara vardı önümde. Ve o yarayı kabuk bağlamadan önce tekrar kesmeliydim. Kestim de. Aslında tam ben bıçağa uzanmışken hissettim onu. Başta acı veriyordu her saniyesi. Sonra ne oldu biliyor musun? Alıştım ve zevk aldım. Kahkahalarım o günden sonra dinmedi. Güldüm. Hiç bu kadar gülmemiştim. Hiç bu kadar zevk almamıştım dağıtmaktan, dağılmaktan.Yıkıp kırmaktan. Komşular çığlık duyduklarını söylüyor ama hayır. Kahkaha atıyorum.
Komşuların başka şeyler de söylüyor ama.
-Siktir et! Umursuyor muyum sence? Onlara kalırsa sevdiceğimi öldüren de benim zaten. Evet öldürdüm belki de zamanında. En azından diğer sevdiceğimi. Ama kıyamayıp yeniden doğmasına izin vermiştim. İlk sevdiceğimdi öldürdüğümü sandıkları. En büyük parçam olan. Öyle sanmalarının sebebi ona karşı duydukları endişe olsaydı keşke. Keşke bana-bize- bu kadar kızmalarının sebebi o sevdiceğimi umursamaları olsaydı ama değil. Değil işte. Onlar etinin peşinde. Evet. Kana, leşe susamış sırtlanlar gibi. Bekliyorlar. Belki de benim de ölmemi bekliyorlardır. 
Senin mi?
-Evet. Kendimi kaç kere öldürdüğümü gösterebilseydim keşke. Keşke ölüşlerimi izleyebilselerdi. Mutlu olurlardı büyük ihtimalle. Neden olmasınlar ki? Acı çekenleri izlemek kime zevk vermiyor şu günlerde?

26 Eylül 2016 Pazartesi

Bazen anlatmak istiyorum birilerine. Herhangi birine. Hayallerimi değil, hayalim kalmadı zaten. Ama haykırasım geliyor içimde dolup taşanı. Onca hüzne rağmen hayat doluyorum bazen. küçük birikintiler toplanıyor göğüs kafesimde. Bir an gerçekten çok mutlu oluyorum. Bir anlığına..
O anlarda anlatma isteği geliyor işte. Disney'in prenses filmlerindeki gibi. Ellerinden tutup odanın dört köşesinde dans etmek istiyorum karşımdakiyle. Unutmak istediğim için böyle belki de. Bilmiyorum. Yine de anlatmak, konuşmak istiyorum. Bir şarkıyı dinlerken ne hissetiğimi mesela. Acaba o hangi şarkıyı dinlerken öyle hissediyor, bilmek istiyorum. Hiç 70lerde 80lerde gibi hissetti mi ruhu acaba? Hiç Japonya'da sahil kasabasında çayırlarda koşmak istedi mi? Koşarken birden uçurumun kenarından denizi gördüğünü, hissettiğini hayal etti mi? Hiç gökyüzüne bakıp umutlanmak yerine ağladı mı sadece? Oturup saatlerce kedi sevdi mi hiç mesela? Ama soramıyorum. Sadece saçma sapan konuşuyorum.
Belki de saçma sapanlık anlayışlarımızı karşılaştırmalıyım.
Belki de karşılaşmalıyız bir yerlerde.
Uzaklarda bir yerlerde, yakınlarda bir yerlerde.
Yere düşmeden daha fazla.
Fazlasıyla dağılmışken tutunmalıyız en kötü ihtimalle.
En iyi ihtimalle.
Vazgeçtim artık dışa vurmaktan.
Anlatmaya çalışmaktan vazgeçtim. Anlamaya çalışmaktan da vazgeçtim. Ne olanları anlayabiliyorum ne kendimi. Olanları mı içselleştirdim yoksa olmayacakları mı? Ayırt edemiyorum. Fark edemiyorum.
30 saniye gülüyorsam 30 saniye ağlıyordum. Artık ağlayamıyorum. Boğazımı düğümleyen şey izin vermiyor. Ağlamak için hafta sonları kaçabileceğim bir yerim de yok artık. Ne kaldı elimde?
Gözlüğüm bile kırıldı.

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Uzaklardaki arkadaşım,
Aslında yazmayacaktım. Gerçi bilmiyorum blogun ismini hatırlıyor musun, bunu okur musun :D Yine de şansımı deneyeyim bakalım.
Özleniyorsun burada. Hepimiz iyi kötü hep birlikte güzel bir yıl geçirdik. Tabi benimle olan anılarının yüzde doksanında ağlayıp cırlıyordum asdfghj neyse. Bu yılın o mekandaki son yılımız olduğunu bilseydim daha dolu geçirmeye çalışırdım. O kadar çok keşkem var ki her konuda. Senin de öyle değil mi?
İnsan biriyle konuşma ihtiyacı hissediyor. Aynı daldan düşen biriyle :D Ama kimse yok şu an. (Geri daldan düşen çok oldu şu sıralar, ama onlar çaylak xd) Ben de arada sana whatsapptan yazıyorum. Çok da yazmadım aslında, bu aralar kelimeler çok düğümleniyor içimde. Blog yazılarımı bile tamamlayamıyorum. Yine de deniyorum mesaj atmayı.
Gelecek misin? Normal şartlara göre gelecektin evet. Ama şu durumlardan sonra endişelendim.
Bazen gelme diyorum sana. Ne gerek var gelmene. Orda daha rahat olacağını düşünüyorum(z). Diğer yandan da insan "töööööö" yazacak birini arıyor :D
Az önce eski snapleri açtım. Godzilla dansı falan. Telefonuma 7846853 tane fotoğraf bıraktığın zamanlar hsdfdhsfgsj. Olum o değil de işkembeciye gidelim deyip de gidemedik tüm dönem o işkembeci muhabbeti dönmüştü gidelim diye :D Geldiğinde gidelim ve çok ciddiyim bu konuda...............................
Şaka bi yana, orada ne kadar sıkıldığını tahmin ediyorum. Bana anlattığın kadarıyla en azından.
Ama eğer gelmezsen...
Sakın salma kendini orada. Tamam mı? Elinden geleni yap. Kötü zamanlarını unut. Biz unuttuk. Sadece komik anılarımız kaldı geriye :D
Arada yine yazacağım. Daha konuşmak isterdim ama fazla detaya giremiyorum. Anlarsın.
He bir de.. yapar mısın bilmiyorum ama, geleceksen eğer bu sayfayı 20-30 kez falan yenile. (Sanki dumanla haberleşiyoz ha jdsgshj)

https://www.youtube.com/watch?v=7FYTGRzq9gM
https://www.youtube.com/watch?v=GiOBz_as6Yc
https://www.youtube.com/watch?v=ewRjZoRtu0Y

Bunları bırakır giderim...

21 Temmuz 2016 Perşembe

Çıktığında tam karşıdaki tepede rüzgar türbinlerini göreceksin. Çok severdik seninle izlemeyi. Senin yerine izliyorum onları. Biraz ilerleyince de sahil var. Sandallarla teknelerle dolu. Yine denizin dibine, çapaya kadar yüzeriz değil mi seninle?

1 Temmuz 2016 Cuma

Herkesin gerçeklik algısı farklı aslında.
Hepsini merak ediyorum.

21 Haziran 2016 Salı

Yine söyleyeceğim bir sürü şey birikti
Genellikle iyi bir şeyler olsun istediğimde ama o iyi şey ertelendiğinde içimde birikinti oluşuyor
Kardeşlerimizin eli acıdığında koşarak gelip biz öpünce ya da elini tutunca acının geçeceğine inanmaları o kadar güzel o kadar masum ki
Düşünüyorum, onlar mı fazla masum, biz mi çok kirlendik? Hangisi doğru olan ya da gerçek olan?
Onlar kadar inanmalı mıyız bazı şeylere? Çok istersek, inanırsak olur mu o imkansızlık? Ya da olmuş gibi hisseder miyiz?

19 Haziran 2016 Pazar

Buraya sakuralarla ilgili bir şey yazacağım
Bu aralar rüyalarıma çok giriyor o ağaçlar. Ama renkleri genelde mavi tonları
Yaprakları düşerken renk değiştiriyor, pembe oluyorlar, gerçek renklerine dönüyorlar
Ağlıyorum rüyamda, yaprakları izlerken. Bana dokunan her yaprak yok oluyor, güzelliğine hayranlıkla baktığım her yaprak yok oluyor
Bu da böyle bi anımdı, anlamadınız biliyorum
Kim anlar ki zaten

17 Haziran 2016 Cuma

Şimdi bu sene iyi geçiyor derken çok da iyi geçmedi
Tam her şey yolunda derken herhangi bir şey olabiliyor, büyük ya da küçük
Ne olursa olsun şükretmemiz gerekmiş, bunu hep duyardım ama hiç bu seneki kadar ders almamıştım şükretmekten
Ailemizle imtihan oluyoruz, arkadaşlarımızla, kendimizle.. Kendimizle verdiğimiz mücadele hiç bitmiyor zaten
O yüzden bu sene saçma davranmış olabilirim, suratsız davranmış olabilirim, sinirinizi bozmuşumdur, her zamanki gibi egoistçe davranmışımdır
Her ne yaptıysam özür dilerim, düzeltmeye çalışıyorum kendimi, ama hatalarımı yaptıktan sonra fark ediyorum ve iş işten geçmiş oluyor
Aklıma gelen hatalarımla ilgili insanlardan özür dilemeye çalışıyorum, unuttuğum varsa kusura bakmayın
Tabiki bu hala insanların yüzde doksanından nefret ettiğim gerçeğini değiştirmiyor
Ama olsun, daha fazla düz mantık ve umursamaz biri olmadan önce son kırıntılarımla bunu yapmak istedim
İlerde vicdanımı duygularımı yerinde bulamayabilirim, hiç belli olmaz

15 Haziran 2016 Çarşamba

https://www.youtube.com/watch?v=cvRExyHiRpQ

Boğuluşlar. O sokak. Tabelalar. Elimdeki valiz. O akşam. O soğuk yağmurla gelen o haber.

9 Haziran 2016 Perşembe

Üzülüyorum baba.
Burada olmayışın üzüyor beni.
Hiçbir güzel anımı anlatamamak üzüyor.
Kardeşlerimin hali üzüyor.
Anlatamıyorum ama üzülüyorum.
Çok üzülüyorum hem de.
Hiç yokmuşsun gibi davranmak istemiyorum.
Okulda mutlu gibi takılmak istemiyorum.
Eve döndüğümde "Babam geldi mi?" diye sormak istiyorum anneme eskisi gibi.
Her hafta sonu ağlamak için okula gelmek istemiyorum baba.
Korkuyorum.
Daha kötü oluyor içim. Dışardan ne kadar "daha da umursamaz" görünsem de.
Olmuyor işte.
Kabuslar görüyorum artık. Uyuyamıyorum.
Babasının yokluğuna alışmış insanlar görüyorum baba.
Ben alışmak istemiyorum.

4 Haziran 2016 Cumartesi

"Bazen devam etmenin tek yolu geçmişte dayandığınız şeyleri hatırlamaktır.Onlarla mücadele etmek zorundasınız, ne kadar korkunç olurlarsa olsunlar."

1 Haziran 2016 Çarşamba

Sanki her acı aynı değilmiş gibi.
Değil de zaten.
Belki de her zamanki gibi.
Ne acılar varmış diyorum. İnsan pek alışamıyor, alıştım dese de.
Boşluğu dolduramıyorum. Doldurmaya çalıştıkça genişliyor o boşluk. Daha fazla yer kaplıyor. Daha da kararıyor dünyam, Daha da çekilmez oluyor(um).
Yerine benzerini değil, aynısını da değil, kendisini koymak gerekiyormuş.
Saçma sapan mı ilerliyor hayat?
Belki de olması gerekti bunların.
Bilmiyorum.
Yine bilmiyorum.
Ne bildim ki zaten?
Bir kopukluk var içimde
Nedenini az çok tahmin ettiğim.
İyi mi oldu bu kopukluk, yoksa kötü mü? İkisi de aslında.
İpin kopması gibi bir şey değil ama bu.
Parçanı koparmaları gibi.
Kalbini - ya da merkezindeki her neyse işte - onu söküp almaları gibi.
İyileştirmek istemediğim bir kopukluk bu.
Böylesi daha iyi oldu çünkü.
Onu götürdüklerinde anladım.
Son damlaydı bu. Fark etmem için.
Değerini fark etmem için, basit saçmalıklarla acı çekmemek için.
Bardağın yarısı doluydu, bir damla daha geldi üstüne. Ve taştı o bardak.
Belki de o son damlaya ihtiyacı vardı kopukluğun.
Taşmalıydı bardak, ve fark etmeliydim bazı şeyleri.
Kafam karışık hala.
Sahi, kafam mı oradaki?
Neden böyle? Neden böyle olmak zorunda.
Savaş veriyor içim. Bir yandan "Neden?" diye çığlık atıyorum. Bir yandan da "Olmalıydı." diyorum.

Çok zor artık.
İçimdeki, kararmış da olsa, o küçük dünyaya başkasını almak çok uzak geliyor.
Çok uzak, çok imkansız.
Bu yüzden çıkarıyorum ya oradan, kalanları. Daha fazla zarar gelmeden, zarar vermeden. Kendime, onlara.
Koruyacak yerim de kalmadı onları.
Çıkmalılar.
Hepsi gidecekmiş gibi geliyor. Hepsini zorla "dışarı" atacaklarmış gibi geliyor. Hepsi götürülecekmiş gibi geliyor..

24 Nisan 2016 Pazar

bir yere gittiğinizi düşünün, tatile, bir süreliğine
iki kişi yolcu ediyor sizi, canınızdan çok sevdiğiniz
sarılıyorsunuz, el sallıyorsunuz, ve biniyorsun uçağa
lay lay lom takılıyorsun gittiğin yerlerde
döndüğünde seni alan bir kişi var artık, gelmemiş diğeri, gelememiş almaya
götürmüşler senden uzağa, çok uzaklara
o an hissediyorsun, içinde bi parça var, en merkez, en temel, yok olmuş o parça, o da gitmiş o götürülenle
onu da almışlar elinden, ne zaman dönecek belli değil
ve haftalar sonra üç dakika sesini duyabildin diye sevinecek oluyorsun artık
ÜÇ DAKİKA

iki ay oldu bugün
o iki aylık boşluğu kim geri verecek bana?

8 Mart 2016 Salı


Burası Disneylandden bir kare. Herkes Elsa'nın buzdan şatosunda yaptığı o buzdan tavanı/avizeyi bilir. İşte bu o. Orada tam altında durdum. İzledim -tamam arada saçma sapan el kol hareketleriyle let it go söylemiş olabilirim-. O an gözyaşlarım da düşmüş olabilir gözlerimden. Şu an düştüğü gibi. Çünkü mutluyum. Bugün çok değer verdiğim/özlediğim/sevdiğim birine söz verdim. Onun için elimden geleni yapacağım. Bugün aradan geçen 30 gün sonra onunla geçirebildiğim 1 saat 15 dakikanın, onun/benim gözyaşlarımızın, haftalar sonra sıkıca sarılmamızın hakkını vereceğim. Çünkü onunla gurur duyuyorum. Ve onu çok seviyorum.

24 Şubat 2016 Çarşamba


Gitmeyecektim. Dönecektim yanına. Dönemedim. Dönmemi istedin ama kolay kolay olmuyormuş işte dönmesi. Benim yerimde olsaydın, ya da yanımda olabilseydin onca şeyden sonra bile yapmamı isteyeceğin şey bu olurdu biliyorum. Duydum çünkü. Biraz hüzünlü oldu ama yine de gezdim bugün burayı o yüzden. Bak, iyiyim. Pes etmedim. Japonyadayım. Disneylanddeyim, beni götürmek için söz verdiğin yerde.. Hayallerimi süsleyen yerdeyim. Gurur duy olur mu? Bu fotoğrafı ne zaman görebilirsin bilmiyorum. Ama ayakta duruyorum, duruyoruz bunu bil. Bırakmadım. Bırakmam da.


26 Ocak 2016 Salı

Acı çekenlere.


Kendine hiç sordun mu ne halde olduğunu? Kim sebep oldu acı çekmene? Neden yaptılar sana bunu? Belki çoktan sordun bunları kendine. Hatalarını görmeye çalıştın. Bir şeyleri yanlış yapmış olmalıydın, değil mi? Çünkü sebepsiz yere olmazdı kötü şeyler. İnsanlar insanları yok yere üzmezdi. Hayır. HAYIR. Üzerlerdi belki de. Anlıyorum şimdi. 

Yine de olanları düşünüp duruyoruz hep. Hatamızı bulmaya çalışıyoruz. Çok mu yüksek sesle konuştun acaba? Konuşamadın belki de yeterince? Yoksa yanlış mı anladı? Ondan nefret ettiğini mi düşünüyor sence? İstemeden bencilce bir şey mi söyledin? İçin içini kemiriyor. 

Ve ağlıyorsun. 
Göğsün ağrıyor. Üstün gözyaşı olmuş, sen salya sümük olmuşsun ağlamaktan, gözlerin şişmiş, montunla/eşarbınla/şapkanla örtmeye çalışıyorsun. Çoğumuz yaptık bunu. Hala yapıyoruz. Çünkü çoğumuza göre -en azından bana göre- insanların vaktini almak da bir bencillik değil mi? Onlara ne ki benim dertlerimden diye düşünmeden edemiyorum bazen. Bazen değil, çoğunlukla. Çünkü bazı kişilerle ne kadar iyi geçinmeye çalışsam da hep ters tepiyor. Ama bazı insanlar var ki istersen tüm gün onlarla konuş, seni dinlerler. Seni dikkate alırlar. Küçümsemezler. İşte onların değerini bilmek lazım.

Her şeyi geride bırakıp devam etmek istiyorsun değil mi? Biliyorsun ki yeni bir sayfa seni bir sen demek. Ama yapamıyorsun. Hala umutlusun çünkü.
Umut.
Seni devam etmekten alıkoyan şey bu. 
Olanların unutulacağını, ya da "olması" gerekenin olacağını umuyorsun hala, değil mi?
Küçük bir ihtimal de olsa.
O ihtimal var mı peki?
Eskisi gibi olacak mı her şey?
Acı çekişlerin bitecek mi peki?
Neden acı çekiyorsun ki hala?
Nereye varacak bu?
Ne kadar devam edecek böyle?
Hayır. Hiçbir yere varmayacak sonu. Sandığın gibi olmayacak. Gerçekten. Yiyip bitirme kendini. Kendini kurtar artık.
Çünkü o umursadığın, eskisi gibi olmasını istediğin şey ya da kişi, her neyse, arkasını dönüp de senin neler hissettiğine bakmıyor. Acılarını, pişmanlıklarını görmüyor.
Arkalarından bakmayı kes. Umutlanmayı da kes artık. Sadece koş. Ondan uzağa, onlardan uzağa. Koş. Koşabildiğin kadar koş, Ayakların ağrıyana kadar, kalbin ağrıyana kadar. Koş. KENDİNE DOĞRU KOŞ. Geleceğine doğru koş.

Senin suçun olmadığı durumlarda bile kendini ne kadar suçlayabilir insan, biliyorum. Emin ol biliyorum.
Ama hayır. Sen çok güzelsin. Öylesin.

Yataktan kalkıp bir şeyler yapmaya çalıştığında, insanlara gülümsemeye başladığında ne kadar mesafe kat ettiğinde anlayacaksın bunu. Sadece dene. Fark edeceksin.
Belki de zaten yapıyordun bunları. Peki ya yalnızken? Odanda?
Odanın kapısını kapattığında düşüyor mu gülümsemen hemen? Oracıkta?
Öylece durup işlerin ne zaman yoluna gireceğini düşündün değil mi? 
En kötü, en saçma davranışların geldi aklına. Kendinden tekrar nefret ettin.
Dünyadaki en iğrenç, bencil insan olduğunu düşündün.
Yalnız değilsin.
Ben de öyleydim, öyleyim.

Aynaya bak. Git ve gör kendini.

O aynadaki kişiye bak. Sensin o. Fark et bunu. Tüm uzuvlarınla, kusurlarınla mükemmelsin. Öyle yaratılmışsın.
Gözlerine bak. Görüyor musun? Ne kadar cesur olabileceğini? O derinlerdeki cesaretini? Ben görüyorum. Buradan bile görünüyor.

Kendini sev. Saçlarını sev, uzun burnunu sev, çarpık dişlerini sev, kahverengi gözlerini sev. Onlar kusur değil. Çok uyumanı sev. Uyuyamamanı sev. Saçma sapan esprilerini sev. Dakikliğini sev. Sesini sev. İğrenç dediğin yazını sev. Onlar da kusur değil çünkü. Birer parçan sadece. Düşünsene herkesin birbirinin tıpatıp aynısı olduğunu? Herkesin birbirine benzediği o sıradanlığı düşünebiliyor musun? 

Farklılığının farkında mısın? Dünyayı çeşitlendirdiğinin farkında mısın? Göremiyor musun hala bunun ne kadar güzel bir lütuf olduğunu? Kendinden nefret etme. 

Belki de "neler yaptığımı bilmiyorsun" diyeceksin. Haklısın. Bilemem. Sen de benim neler yaşadığımı bilemezsin. Ama bu dünyamızın sonu demek değil. Sadece bunun farkına varmalısın. Herkes düşer ve kalkar, böyle öğrenir. Bizim sorunumuz bunu kabullenememek. Ama kabullenmek zorundayız.

Şimdi o koca kıçını kaldır ve artık kendi iyiliğin için de bir şeyler yap.

20 Ocak 2016 Çarşamba

Neden duvar inşa ediyoruz?
Belki de kendimizi korumak için evet. Ama kimden? "Diğerlerinden" mi? Diğerleri kim peki?
Kırıldıklarımız, kırdıklarımız, yorgunluklarımız ve yorduklarımız belki de; duvarın dışında kalan, kalması gereken.
Aslında sorgulamak lazım. Etrafımızı değil. Kendimizi.
Belki de sorun diğerleri değildir. Belki de sorun biziz.
Duvarlar inşa ediyoruz. Etrafımıza. Düşmanlardan korunmak için. Ve bu bizi özgür hissettiriyor. Duvar! Bizi özgür hissettiren şey bir duvar!
Bunu düşünürken bazen -hatta genellikle- en başa dönüyorum. Duvarı neden inşa ediyoruz?
Sizi bilmem ama benim duvarım bana karşı örüldü. Benim tarafımdan. Kendimi kendimden korumaya çalışırken duvar inşa etmek geldi aklıma.

10 Ocak 2016 Pazar

Tamamlayamadığım yazı

Çok fazla söylenecek şeyimiz var.
Yılbaşı da bir bahane belki de.
Buraya size mutlu yıllar dilediğimi falan yazardım ama yazmayacağım.
Haksızlıklara göz yumulan, zalimin mazlumu ezdiği lanet olası bir yıl dahaydı.
Sınava girdiğim iğrenç bir yıldı.
Kafayı yediğim, uzuvlarımın parçalandığını hissettiğim,  bol kalp hastalıklı, gözyaşıyla ıslanan, arada gülmeye çalışılan bir yıldı.
"Bir şeylere" ulaşabilmek için adım atabildiğim bir yıldı. Bu en güzeli işte bu yılın. En masumu, en saf hali 2015imin..
"İyisiyle kötüsüyle" derler ya, ona yakındı işte bu yıl.
Maceralıydı, Sonunda yokuşu çıkmıştım, aşağı kayıyordum karlı yokuştan bu sefer. Eğlenceli, biliyorum. Ama önümdeki dağların da farkındayım bir yandan.

Dakikalar yaklaştıkça 2016ya, yine ne hissettiğimi bilmiyordum.
Hüzün? Fazlasıyla.
Mutluluk? Umut diyelim aslında buna. Umutluyum. Çünkü "bir şeyler" için "bir şeyler" yaptığımı hissediyorum artık.
Geride bıraktığım şeyler var mı diye bakıyorum ama yine yok. Ne zaman oldu ki zaten.
Belki de yüklerimizden kurtulamıyorsak, kurtulmuş gibi yapmalıyız bu devrede.

Bir şey daha var.
Söylemediğim.
Söyleyemediğim.
Söyleyeceğim.