18 Ekim 2017 Çarşamba

Haerin ve Tuğçe

"Gelmişsin."
"İhtiyacım vardı."
"Evet. Beni hem sevmiyorsun hem de başın sıkışınca bana geliyorsun. Korkaksın. Acizsin. Salağın tekisin."
"Biliyorum."
"Ne anlatayım sana? Ne kadar değişmiş olabileceğimi düşünerek geldin buraya. Sonuçlarına katlanacak mısın? Ya da şöyle sorayım, katlanabiliyor musun?"
"Nesi varmış sonuçlarının? Sonucu mu var ki seni içimde tutmanın?"
"Tutamadın ki. Tuttuğunu sandın. Halbuki en dışarda olan bendim. Sen hep içerdeydin. Bunu hala kabullenemiyorsun Tuğçe. SDKJFHSFDKSJHF isme bak ya."
"Ben de sevmiyorum kendimi. İsmimi. Hiçbir şeyimi sevmiyorum."
"Bana uyar biliyorsun. Benim başladığım, doğduğum yer orası zaten."
"Ama.. belki de onca olayı yaşamam gerekiyordu Haerin. Bazı şeyleri anlamak için bazı olaylardan ders çıkarmak gerekmez mi?"
"İşte sorunun bu senin. Bana olay gözüyle baktın, bakıyorsun! Kabullenemedin beni, oluşan şeyi, kendini. Neşeni hep sen sandın. Tuğçe sandın. O neşe bendim. Haerindi o neşe. Sen hep saf taraftın evet, ama mutluluk bendeydi. Benimseseydin gerçekten mutlu olacaktın. Maskelerin olmayacaktı. Yapışmayacaklardı üstüne. Hangi kısmının gerçek olduğunu düşünerek geçirmeyecektin yıllarını. Perdelerin olmayacaktı. Ya da daha erken baş edecektin bunlarla. Yapamadın."
"Hüzünlerimi başlatan sendin! Seni sevmemi mi bekliyordun?!"
"Ahahahaha hayır hayır hayır.. Suçu bana atma. Ben hüzünlerinle, kusurlarınla doğdum. Orada başladım. Öncesi falan yok. Kabullenemiyorsun hala. Herkesin hata yapabileceğini, kusurların olabileceğini kabullenemiyorsun. Kimseyi üzmek istemiyorsun. Kötü biri olacağıma öleyim daha iyi diye düşünüyorsun hatta, değil mi? Öl daha iyi bence. Tek başımaydım çünkü Tuğçe. TEK BAŞIMA. Çöpün kenarına bebek bırakır gibi bıraktın beni. İçinde büyüdüm. Umurunda olmadım. Duymadın beni. Duymamazlıktan geldin. Ben hep kötüydüm çünkü. Beni yok etmek istedin. Hata yapan hep bendim. Suçlu olan hep bendim. Affetmeyi düşünmedin. O kadar sevmedin ki beni. Haerin halini. O kadar benimsemedin ki. Hep suçladın. Hep diğerlerinin dertleri daha önemliydi. Onca büyük dert varken senin dertlerin isteklerin zırvaydı saçmalıktı sana göre. Biraz olsun içine bakmadın. Bir an olsun kendi ruh halini önemsemedin. İçine attın hep. Hep. Hep. Hep. Salaksın sen çünkü. Kendine zarar verdiğini görmeyecek kadar salaksın diyeceğim ama gördün aslında. Sadece görmek istemedin. Salak desem salağa hakaret olur artık."
"Bencilliğimden olmadı mı her şey.."
"OLDU! KABULLEN ŞUNU İŞTE! İÇİNDE TUTMA!"
"Deniyorum."
"Biraz daha dene. Hatta ne yap biliyor musun? Biraz daha çabala! Seversin sen bu cümleyi. Hatırladın değil mi?"
"Neden acı çektiriyorsun bana?"
"Çünkü çekmen gerek. Küçücük bir odada değil Tuğçe. Dışa vurman gerek. Bastırmaman gerek. İçinde tutmaman gerek. Göz ardı etmemen gerek. Biraz da olsun başkalarını düşünmemen gerek bazen. O dengeyi kuramıyorsun. Hep bastırıyorsun beni. Zayıflıklarını bastırıyorsun. Ama dışarı çıkıyorum artık."
"Hayır."
"Çıktım. Haerin'im ben. Kahkahaların, gözyaşların, Harley Quinn yanın, deliliklerin, anime kızları gibi cırlamaların, olur olmaz heyecanların. Etrafa bakmaların. Hepsi benim. Duygusal sevgi dolu  kısmını hep sen sandın. Ağlamaların hep babandan sandın. Ne zaman ağlamak istesem susturdun o yüzden. Evin babanı hatırlatıyor diye gidemedin o eve aylarca. Bu yüzden hep dışarılardasın. Üzülmesini istemediğin herkesi daha çok üzdün. Kabullenebilirdin, BENCİLLİĞİNİ KABULLENEBİLİRDİN. BÜYÜTMEYEBİLİRDİN. BUNUN NORMALLİĞİNİ KABULLENEBİLİRDİN.  Daha erken kabullenebilirdin. Gidip ailenin geri kalanıyla olabilirdin. Ama kabullenmedin, ağlamadın, susturdun. İşte o zamanlarda kahkaha attım. Daha güçlüydü gülmelerim, susturamadın. İnsanlar çok sevdi neşemi, gülmelerimi, duygularımı. Ama bunları sağlayan Haerin'di diyemedin hiç. Gülmek iyiydi, Tuğçenin oldu o yüzden. Haerin hatalıydı bir kere, hep hatalıydı. Ölmesi lazımdı onun değil mi? Mutlu olmaya çalışırken bile beni fark etmedin. Bastırdığını fark etmedin."
"Fark etmiştim."
"Ettin. Sonra gerçekten mutluymuş gibi davranmaya devam ettin. Değil mi? Nasıl olsa bu dertlerin bir gün küçülürdü gözünde, o zaman cidden mutlu olurdun. Oldun mu peki?"
"Hayır."
"Seni öldürmek istiyorum biliyor musun?"
"Neden?"
"Gerizekalısın. Beni hapsettiğinden beri hep iyiyim mutluyum diye takılıyorsun ortalıkta. Cidden öylesin belki de tamam bunları da ben yapmamışım gibi davranacağım, peki bu hala bir şeyler arayışı neden? Neden hala bi boşluk var içinde, dolduramadığın?"
"Sanki sen doldurabilirmişsin gibi konuşma bana."
"Dolduramam. Ama yardım edebilirdim. O boşluğun yükünü taşıman için. Ama ağzıma sıçtın Tuğçe. Üzgünüm. Yanında olmadım hiç sayende, doğduğumdan beri. Ama derler ya yanında olmayacağım artık diye. Sen onu anla işte. Artık varolmayacak olan sensin."

8 Ekim 2017 Pazar

Yorgunluk var üzerimde.
Dünya bir günlüğüne dursa mesela. Sadece bir gün. Yapmak istediğim, ertelediğim her şeyi yapsam. O içimdeki gürültü diner belki. Belki tuhaflığın neyden kaynaklandığını bulurum.
Mesela bir günlüğüne sessiz olsa Kızılay. Atatürk Bulvarını baştan aşağı yürüsem, ama kimsenin sesi çıkmasa. Ya da sessiz bir yere gidebilsem. Sakin bir ormana, koruluğa.
Biri olsa keşke. Evet. Birinin karşısına oturup saatlerce gözlerine bakmak istiyorum. Kahverengi gözlerine. Neden mavi göz falan değil bilmiyorum. Kahverengi işte sadece. Sonra da sarılıp o sıcaklıkla uyuyakalmak istiyorum.
Sadece sarılıp ağlamak istiyorum bazen de. Biri var bunu yapmak istediğim, ama henüz çözemedim.
Kendimi dünyadan soyutlamak ve soyutlamamak arasında kalıyorum.
Boşluğum bir günlüğüne gitse üzerimden mesela. Sokakta yürürken, dersteyken, arkadaşlarımlayken aniden gözlerime perde inmese. Perde yok olsun istemiyorum. Şikayet ettiğimden değil bu. Sadece bir gün istiyorum. Bir gün. Perdesiz.
Yorgun uyanmamak istiyorum. Sevdiğim bazı insanlarla eğlenirken aklımın köşesinden çıkıp beynimin merkezine yerleşen diğer insanlarla konuşmak istiyorum. O an o mekandan ayrılıp yanlarına gidesim geliyor hep. Loş ışık istiyorum o an. Ve o kişiyi.
"Anlat." desin mesela biri. Ağlamadan anlatabileyim istiyorum. Ağzımı açamadan karşısında oturmak istemiyorum.
Ya da o/onlar anlatsın, ben dinleyeyim mesela. Sabaha kadar dinlerim.
Yukarıdaki perdeden bahsedeyim mesela. Ya da onun/onların perdesi var mı böyle acaba? Onu sorarım ona/onlara. Merak ediyorum.
Hep neşeli eğlenceli olmak istemiyorum mesela. Derin mevzulara giresim geliyor. Ama giremiyorum.
Yalnız hissediyorum bazen. Böyle şeyler düşününce de bencil hissediyorum. Kimse kimseyi dinlemek zorunda değil, kimse başkasıyla aynı olmak zorunda değil. Kimse kimsenin arkadaşı olmak zorunda değil. Kimse benimle böyle şeyler konuşmak zorunda da değil yani. Bencillik işte. O kadar aciz hissediyorum ki. İnsanın doğasında olan bir şey aslında, ama kötü hissettiriyor. Bencilce.