27 Aralık 2017 Çarşamba

Boşluktasın.
Bir yanın doldurmak istiyor onu. Olması gerektiği gibi doldurmak istiyor. Ama bir yanın da doldursam yeter diye düşünüyor, emin olamıyorsun bazen. Ama olması gerekenin de farkındasın.
Diğer yanın seviyor o boşluğu. Sana kattığı şeyler var çünkü. Anlık zevkler güzel geliyor cesaret edemesen de.
Emin değilsin.
Nerede olmak istediğini biliyorsun ama bazen yine de emin olamıyorsun.
Yara almışsın zaten yeterince. Güvenemiyorsun artık. Çok güzel ihtimaller var önünde, olumlu ihtimaller var, mutlu hissettiren heyecanlandıran anlar var ama güvenemiyorsun işte. Hislerine, olabileceklere, geçmişin karşına çıkıyor hep. Özlemedin geçmişini ama tekrar üzülmekten korkuyorsun. Çok üzmüşler seni.
Acelen var. Yapmak istediğin ve yapman gereken çok şey var belirsiz olan. Hep bi belirsizlik var ve bu seni delirtiyor. Strese sokuyor. Bir an önce yolunu bulmak istiyorsun.
Bu arada, naber?

26 Aralık 2017 Salı

"Ben kaosa hayranım, fakat çoğu deli gibi kendi kaos türümü tercih ederim ve bu benimkine kesinlikle benzemiyor."

Odamdaydım. Yakacak bir şeyler arıyordum. Amacımın "yakmak" olmadığını da biliyordum aslında. Duygularımla ilgili belli sorunlarım vardı evet. Ya da bazı sorunlar vardı belirginleştiremediğim, o yüzden duygularım biraz tuhaftı bu günlerde.
Eskiden bir şeyler için yanıp tutuşurdum. Bi yanım insanları anlamak isterdi hep. Davranışlarına neyin, hangi olayların sebep olduğunu anlamayı, çözümlemeye çalışmayı seviyordum. Bir insanı intihara sürükleyen nedir mesela? Neden kendini asmayı değil de bileklerini kesmeyi seçer? Ya da neden hüzünlenince içkiye sarar çoğu insan? Neden hoşlandığımız kişiyle konuşurken geriliriz? Neden iç dünyasını gizler insan? Neden kendi gibi davranmaz? İnsanlar neden üzüldüğünde sigara yakardı? Ha keyif sigarası vardı bir de. Konu sigara değildi aslında, insanların bazı durumlarda bazı şeyleri bazı şekillerde dışarı vurmak istemesiydi. Neyse. Direkt soramazdım karşıdakine. Dinlemeye çalışırdım, uydurma anılar oluşturup konu açmaya çalışırdım hatta; konuşsunlar diye, anlayayım diye, üzgünlerse güldürebileyim diye.  İnsanları neşelendirmeyi seviyordum.
Sigara içemiyordum. İzin vermiyordu vücudum. Dumanını çekebileceğim hiçbir şeye iznim yoktu. Öyle bir çabam da olmamıştı zaten. Ama duman istiyordum sadece. O dumanı verebilecek bir şeylere ihtiyacım vardı. Havada süzülüşünü seyrederdim hep. Parmak uçlarımla dokunurdum ona, şekil vermek hoşuma giderdi.
Evde çok tütsü vardı önceden. Birkaç tanesini bulmayı umarak dolapları karıştırdım.
Çekmecede buldum sonra. Pembeydi içindeki tütsüler. Hatırladım hemen. Sakura tütsüleri. Aldığım gün pişman olmuştum aldığıma. Kokuları yoktu çünkü. Aroması yoksa annem evde tütsü yaktığımda is kokusundan dolayı çok söylenirdi ama onu dinleyen yoktu, yine de dumanı için yakardım odama kilitlenip.
Ama saçmaydı bunlar. Şu insanların davranışlarını merak etmem konusu yani, yukarıda bahsettiğim. Bana neydi ki. Ya da çabaladığım şeyler veya karşımdaki kişiler benim için zordu. Sonradan fark ettim ki o zamanlar anlayamamışım sadece. Bazı şeyleri anlamak için gerçekten zamanının gelmesi gerekiyormuş.
Sonra küçük şeyler geçti başımdan işte. Her zamanki şeysilerim. Bla bla. Deliler vardı hep kafamda, etrafımda.
Aceleyle çakmağı yaklaştırdım tütsüye. Ve yaktım. Neden bir tütsüyü yakmak bu kadar heyecanlandırmıştı bilmiyorum pek. Genelde böyle olur. Arkadaşlarla "mekanlara akarız" mesela, onlar sigara yakar, ben yerde bulduğum yaprağı yakıp izliyorum bazen. Kuru yaprak yakmak göz yaşartıyor bu arada, bilginize. Ama o duman hep hoşuma giderdi böyle işte. Mumları küçükken birkaç kez üflerdim mesela, ya da kağıt yakardım bazen.
Sonra bir aydınlanma yaşadım. Onlarla aramda her daim bir şey vardı. O bahsettiğim insanlarla yani. Kafamdakilerle, etrafımdakilerle. Fiziksel ve zihinsel. Ve bunlardan birini aşmak için diğerini de geçmem gerekiyordu. Ama bunu yapamazdım. Önceliğim değildi, yapmam gereken bir şey de değildi. Ama zamanı gelince tam olarak bunu yaptığımı fark ettim.
Kendimi bırakmıştım o yaz. Tüm düzeni, tüm disiplinli düşünceyi, hepsini. Kilit altına almıştım ve kapıyı açıp çıkmıştım içinde olduğum kutudan. O ana kadar içinde bulunduğum yüzlerce kutu vardı ve hepsini aşmıştım, bu da son katmanıydı sanırım.
Yatağa oturdum. Küçük bir çay tabağına yerleştirdiğim tütsüye baktım. Elime alırdım normalde ama o kül olan kısmının şeklini hiç bozasım gelmiyor ya. Yanan kısmı alev alıp kararıyor, daha sonra küle dönüşüyordu ama dağılmıyordu. Bu sırada dumanı da çıkıyordu elbette.
Sonunda tütsüyü avucumun içine alıp göz hizasına getirdim. İğrenç bir koku vardı odada evet ama dumanın kıvrımları olayı normalleştiriyor.
Değişik şeyler gördüm. Yaşamadım ama yaşamak üzereydim bazılarını. Kutunun içinde bıraktığım, üç sene önceki halimin sevmeyeceği, hoşlanmayacağı şeyler. Şahit oldum. İstemeden dahil olmuştum bu kutudan çıkma olayına ama dengeyi koruduğum sürece sorun yok diye düşünmüştüm. Bilmediğim bir yeri keşfe çıkmak gibi. Daha fazla güldüm, daha fazla çığlık attım, zırladım. Hayatımdaki her şey "daha fazla"ydı. Fazlaydı ve bunu seviyordum. Bazı şeyler olmamalıydı, bazı yanlarımı sadece bazı insanlar görmeliydi ama iş işten geçtiği için bunları çok düşünmek istemiyorum. Verdiği pişmanlık yetiyor zaten. Sonra şunu fark ettim, bazı şeyler diye bahsettiğim o "şeyler" hep içimdeydi, hep öyleydi ama bir yere kadar hep kendimi tutmuşum, dışa vurmamışım. Özgürlük gibiydi o an hissettiğim. İnsanlar hep söylerdi enerjik olduğumu, neşeli olduğumu, ama yine de bir şeyler birikmişti içimde işte. Yılların birikimi, küçük, çoğu ergence ama sonu değişiklik sağlayan olaylar. Birikmişti ve son damlayla beraber taşmıştı artık. Ve yıllar içinde topladığım o parçalar.. Kolaj gibiydim, mozaik gibi.
Parmağımı dumana yaklaştırdım ve etrafında gezdirdim, dans edercesine parmağımı sardı duman da, birden parmağıma çarpıp aniden geri döndü. Kıpırdamadım, parmağımı saran dumanın yükselmesini bekledim. Duman olduğu yerde duruyordu hala. En sonunda dokundum ona. Bulutumsu bir şekil aldı. Yataktan doğruldum ve yere oturdum. Dumanın ne yapacağını merak ediyordum.
Hala yatağın üzerindeydi. Cidden bir bulut gibi yığılmıştı oraya. Yorganı silkelesem gider mi ki diye düşündüm ama riske atmaya değmezdi. Onun yerine elimi uzattım yatağa ve o an dumanda bir hareketlilik hissettim. Elime doğru yaklaştı duman usulca. Bulut halinde sardı elimi, oradan koluma geçti ve en son yüzümde hissettim o bulutu. Öper gibi dağıldı yüzümde. Ve gitti.
Düşünmek zorunda olmamak insanı özgürleştiriyor. Sadece hareket etmek, eyleme geçmek. İstediğin zaman koşmak, dans etmek, bağırmak, ortalığı dağıtmak. Herkesin kaosu farklıdır, benimki de bu işte. Evet adam öldürmek değil kaosum, tanımadığım biriyle yatmak da değil, binaları patlatıp çatılarından atlayıp kahkaha atmak da değil -tamam, belki bunu düşünmüş olabilirim,- gerçi hala arada birilerini dövesim geliyor mu? Evet. Böyle kocaman bi balyoz alıp kafalarını ezmek istiy-neyse.
Kutudan bahsettim, içinden çıktığım. O kutuya geri dönmek istemiyorum ama hep o kutunun etrafında dolanıyorum. Keşifteyim ama kutuyu görebileceğim uzaklıklarda takılıyorum. O kutuya ihtiyacım var biliyorum. Madem kutunun vazgeçmemem gereken bir şey olduğunu fark ettim, o zaman neden kutuyla beraber gezmiyorum ki dedim geçenlerde. Çok büyük bir şey değil zaten, taşıyabilirim.
Bir kutunun içine her şey konulabilir.
Bir oyun, bir maske, bir balyoz, bir vicdan, düşünce, nefret, aşk.

25 Aralık 2017 Pazartesi

Yaz. Yaz. Yaz. Yaz.
Yürü.
Yürüyorum.
Çanlar çalıyor. Tapınak çanları. Susmuyor.
Sese yöneliyorum yolun kenarına geçip. Yoldan çıkıp çimenlere atlıyorum. Taştan basamakları geçip ormanın içindeki bir tapınağa uzanıyorum. Susmayan, durmayan çanlar buradaymış meğer. Halatlarını çeken de yok halbuki. Ama her saniye halatı çekiliyormuş gibi çalıyorlar.
Tutuyorum halatlardan birini. İkisi de duruyor.
Tekrar yolda buluyorum kendimi. Tapınağı geride bırakmışım biraz. Ormanlar devam ediyor. Hava kapalı. Biraz soğuk. Yağmur yağacak gibi. Ürperiyorum. Karşıda biri var. Kim olduğunu bilmediğim birileri. Aslında bildiğim ama inkar ettiğim. Yolun tam ortasında, çok uzakta, ama tam karşımda. Ona doğru ilerliyorum.
"Nasıldı?" diye soruyor. Başkasından bahseder gibi bahsediyor. Ama konu aslında kendisi. Ben de karşımdaki başkasıymış gibi cevap verdim.
"Karanlık. Ama güzel bir karanlıktı."
"Aydınlıktır belki de. Sen siyah görüyorsundur onu."
"Olabilir."diyorum. "Henüz tam olarak anlayamadım."
"Ama devam etmek istiyorsun?" diyor hafifçe sırıtarak.
"Evet."
Sevdiğim birinin intihar haberini aldım.
Yakın değildik. Ama sevecenliği, duygusallığı ve narin neşesi herkes tarafından bilinen biriydi. Lise zamanlarım onunla geçti.
Bunu yazıyorum çünkü onun yerinde ben de olabilirdim, başkası da, sen de.
Olabilirdik işte.
Bazı insanlar var etrafımızda, acı çektiğini anlayamadığımız, ya da acısını, derdini küçümsediğimiz. Öyle bi yaşıyoruz ki sanki en dipteki bizmişiz gibi, diğerleri şımarıyormuş gibi. Biri derdini açtığında önemsemiyoruz, ya da derdini anlattığını, anlatmaya çalıştığını anlamıyoruz bile. Çok neşeli duruyor mesela karşındaki, ertesi gün evinde ölü bulunuyor. Anlam veremiyorsun. "Çok mutluydu halbuki" diyorsun, "Daha dün konuştuk!"
Ama öyle olmuyor işte.
Depresyon, içten tüketen bir hastalıktır. Kulağınıza fısıldar, duyabildiğiniz tek şey o olana dek. O da dayanamamış demek ki, çok yorulmuş, yardım edecek kimseyi bulamamış etrafında, doktoru bile karşı çıkmış ona. Daha fazla direnmek istememiş belki de. Herkesin dayanma gücü farklıdır, o kendi dayanma gücünün sınırlarını aşmış bile, yaşadığı onca şeyden sonra.
Sonu bu mu olmalıydı?
Kendi mutluluğunu bulabilme ihtimali varken neden insanlar tam tersini yaptırdı ona? Neden yalnızlığa itilmek zorunda kaldı?
İnsanları anlayın. Ne istediklerini, ne zorluk çektiklerini. Ve hiçbir zaman size söylediklerini hafife almayın.
Bir insan düşünün, çevresindeki bütün herkesi din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeden sevmiş, korumuş; onlara sadece insan oldukları için değer vermiş. Çok iyi iş çıkarmış, elinden geleni yapmış olmasına rağmen kötü biri olduğu düşüncesiyle depresyona girmiş, çok savaşmış fakat bu savaşı kaybederek çıkış yolunu intiharda bulmuş 27 yaşında bir genç düşünün. Organlarını bağışlamış, sırf bu yüzden de hiçbir şekilde vücuduna zarar gelmemesi adına tavada briket kömürü yakıp onu soluyarak intihar etmiş bir insan düşünün. Hayat enerjisiyle dolup taşan birini bu sonuca getiren baskıyı düşünün. Mektubununun son satırlarında bile "Bana elimden geleni yaptığımı söyleyin." diyen bir insan düşünün.

Veda mektubundan bir şeyler koyacağım buraya

"...
"Bitirmek" lafı kolay
"Bitirmek" zor
Neden acı çektiğimi bulmamı istediler
Gayet iyi biliyorum. Ben, benim yüzümden acı çekiyorum. Başından beri hepsi benim hatamdı, ben işe yaramaz olduğum için...
Doktor, bu sözleri mi duymak istiyordun?
Hayır. Ben hiçbir şeyi yanlış yapmadım
Ufak ve nazik bir sesle karakterimi suçladığında
"Doktor olmak epey kolaymış" diye düşündüm.
Bu kadar acı çekiyor olmak ilginç bir şey.
Benden daha çok zorluk çeken insanlar gayet güzel yaşıyormuş ama
Benden daha zayıf insanlar gayet güzel yaşıyormuş ama
Öyle değil gibi.
Yaşayan insanlar arasında benden daha çok zorluk çeken insan yok, benden zayıf insan da yok.
Öyle olsa bile yaşamaya çalıştım.
Neden böyle yaşadığımı binlerce kez sorsam da, benim için değil
Sizin içindi
Benim için olmasını istedim
Lütfen bilmeden konuşmayın.
Neden zorluk çektiğimi bulmamı istediniz
Binlerce kez söyledim,
Neden zorluk çektiğimi.
O kadarıyla, bu kadar acı çekmem zorsa
Daha özenle hazırlanmış bir dram mı olması gerekiyordu?
Biraz daha fazla neden mi olması gerekiyordu?
Çoktan hikayemi anlattım ya.
Fikirleriniz değişmediği için olmasın?

Bunu neden mi seçtim. Komik bir olay.
Şimdiye kadar dayanabilmem bile takdire değer
Daha ne söyleyebilirim ki. Sadece sıkı çalıştığımı söyleyin herkese.
Şimdiye kadar iyi iş çıkardığımı söyleyin. Zorluk çektiğimi söyleyin.
Gülemeseniz bile beni suçlayarak göndermeyin lütfen
Sıkı çalıştın
Gerçekten zorluk çektin deyin bana.
Hoşçakal. "
"..ve o günden beri bu tekerlekli sandalyeye bağlıyım!" dedi yüksek bir sesle.
İnsanlara bacaklarını kaybediş hikayesini anlatmaktan bıkmıştı aslında. Ama soran kişi o olunca anlatmak istemişti. Mesele karşısındaki insan değildi, onun içinde uyandırdığı isyandı diye düşündü, öyleydi çünkü. Bastırdığı bir şey ortaya çıkmışcasına yükselmişti sesi.
Sustu. Günbatımına bakmaya devam etti.
"Acele ediyorsun. dedi karşısındaki. Gözünü bir an olsun güneşten ayırmadan. Tebessüm etti. "Biraz daha beklemen gerek." dedi.
Çocuk önce bacaklarına baktı. Dizinden altı yoktu işte. Adama döndü sonra. Aydınlanmıştı o an sanki. Gözleri açıldı ve hayatında duyduğu en hayret verici cümle buymuş gibi "Haklısın!" dedi. Günbatımını izlemeye devam etti.
"Gidemiyorum. Gidemiyorsun."
gitmeyelim o zaman. İzin verir misin?
Kırdım kafayı. Dersteyim. Ama iyi olurum. En iyi yaptığım şey. İyi olurum ben. İyiyim. Hiçbir şeyim yok be.
İyiyim.

Moralimi kendi kendime düzeltemiyorum artık sadece.
Hala deniyorum
İyiyim.
İYİYİM

Söylesene, iyi misin? İyi ol olur mu?

:D
hehe
haha

İyi ol.

İyi misin?

Tabi.
Alakam yok ya muhteşemim yani
Ne zaman alakam oldu ki zaten
Değil mi? İyiyim.
İyiyim.

Kötü işte.
Bitirdim diyorsun. Arkama bakmayacağım artık diyorsun ama öyle kolay olmuyor işte.
Ama neden ki. Neden yani. Kopsa gitse geçmişimiz mesela. Gitse ya. Ayrılsak birbirimizden. Düşünmesem hiç. Keşkelerim olmasa. İçimi durup dururken huzursuz etmese mesela. Önüme bakabilsem. Tüm mutluluğumu aniden alıp gitmese. Sıkışmasa kalbim.
İzin ver. Lütfen.

18 Ekim 2017 Çarşamba

Haerin ve Tuğçe

"Gelmişsin."
"İhtiyacım vardı."
"Evet. Beni hem sevmiyorsun hem de başın sıkışınca bana geliyorsun. Korkaksın. Acizsin. Salağın tekisin."
"Biliyorum."
"Ne anlatayım sana? Ne kadar değişmiş olabileceğimi düşünerek geldin buraya. Sonuçlarına katlanacak mısın? Ya da şöyle sorayım, katlanabiliyor musun?"
"Nesi varmış sonuçlarının? Sonucu mu var ki seni içimde tutmanın?"
"Tutamadın ki. Tuttuğunu sandın. Halbuki en dışarda olan bendim. Sen hep içerdeydin. Bunu hala kabullenemiyorsun Tuğçe. SDKJFHSFDKSJHF isme bak ya."
"Ben de sevmiyorum kendimi. İsmimi. Hiçbir şeyimi sevmiyorum."
"Bana uyar biliyorsun. Benim başladığım, doğduğum yer orası zaten."
"Ama.. belki de onca olayı yaşamam gerekiyordu Haerin. Bazı şeyleri anlamak için bazı olaylardan ders çıkarmak gerekmez mi?"
"İşte sorunun bu senin. Bana olay gözüyle baktın, bakıyorsun! Kabullenemedin beni, oluşan şeyi, kendini. Neşeni hep sen sandın. Tuğçe sandın. O neşe bendim. Haerindi o neşe. Sen hep saf taraftın evet, ama mutluluk bendeydi. Benimseseydin gerçekten mutlu olacaktın. Maskelerin olmayacaktı. Yapışmayacaklardı üstüne. Hangi kısmının gerçek olduğunu düşünerek geçirmeyecektin yıllarını. Perdelerin olmayacaktı. Ya da daha erken baş edecektin bunlarla. Yapamadın."
"Hüzünlerimi başlatan sendin! Seni sevmemi mi bekliyordun?!"
"Ahahahaha hayır hayır hayır.. Suçu bana atma. Ben hüzünlerinle, kusurlarınla doğdum. Orada başladım. Öncesi falan yok. Kabullenemiyorsun hala. Herkesin hata yapabileceğini, kusurların olabileceğini kabullenemiyorsun. Kimseyi üzmek istemiyorsun. Kötü biri olacağıma öleyim daha iyi diye düşünüyorsun hatta, değil mi? Öl daha iyi bence. Tek başımaydım çünkü Tuğçe. TEK BAŞIMA. Çöpün kenarına bebek bırakır gibi bıraktın beni. İçinde büyüdüm. Umurunda olmadım. Duymadın beni. Duymamazlıktan geldin. Ben hep kötüydüm çünkü. Beni yok etmek istedin. Hata yapan hep bendim. Suçlu olan hep bendim. Affetmeyi düşünmedin. O kadar sevmedin ki beni. Haerin halini. O kadar benimsemedin ki. Hep suçladın. Hep diğerlerinin dertleri daha önemliydi. Onca büyük dert varken senin dertlerin isteklerin zırvaydı saçmalıktı sana göre. Biraz olsun içine bakmadın. Bir an olsun kendi ruh halini önemsemedin. İçine attın hep. Hep. Hep. Hep. Salaksın sen çünkü. Kendine zarar verdiğini görmeyecek kadar salaksın diyeceğim ama gördün aslında. Sadece görmek istemedin. Salak desem salağa hakaret olur artık."
"Bencilliğimden olmadı mı her şey.."
"OLDU! KABULLEN ŞUNU İŞTE! İÇİNDE TUTMA!"
"Deniyorum."
"Biraz daha dene. Hatta ne yap biliyor musun? Biraz daha çabala! Seversin sen bu cümleyi. Hatırladın değil mi?"
"Neden acı çektiriyorsun bana?"
"Çünkü çekmen gerek. Küçücük bir odada değil Tuğçe. Dışa vurman gerek. Bastırmaman gerek. İçinde tutmaman gerek. Göz ardı etmemen gerek. Biraz da olsun başkalarını düşünmemen gerek bazen. O dengeyi kuramıyorsun. Hep bastırıyorsun beni. Zayıflıklarını bastırıyorsun. Ama dışarı çıkıyorum artık."
"Hayır."
"Çıktım. Haerin'im ben. Kahkahaların, gözyaşların, Harley Quinn yanın, deliliklerin, anime kızları gibi cırlamaların, olur olmaz heyecanların. Etrafa bakmaların. Hepsi benim. Duygusal sevgi dolu  kısmını hep sen sandın. Ağlamaların hep babandan sandın. Ne zaman ağlamak istesem susturdun o yüzden. Evin babanı hatırlatıyor diye gidemedin o eve aylarca. Bu yüzden hep dışarılardasın. Üzülmesini istemediğin herkesi daha çok üzdün. Kabullenebilirdin, BENCİLLİĞİNİ KABULLENEBİLİRDİN. BÜYÜTMEYEBİLİRDİN. BUNUN NORMALLİĞİNİ KABULLENEBİLİRDİN.  Daha erken kabullenebilirdin. Gidip ailenin geri kalanıyla olabilirdin. Ama kabullenmedin, ağlamadın, susturdun. İşte o zamanlarda kahkaha attım. Daha güçlüydü gülmelerim, susturamadın. İnsanlar çok sevdi neşemi, gülmelerimi, duygularımı. Ama bunları sağlayan Haerin'di diyemedin hiç. Gülmek iyiydi, Tuğçenin oldu o yüzden. Haerin hatalıydı bir kere, hep hatalıydı. Ölmesi lazımdı onun değil mi? Mutlu olmaya çalışırken bile beni fark etmedin. Bastırdığını fark etmedin."
"Fark etmiştim."
"Ettin. Sonra gerçekten mutluymuş gibi davranmaya devam ettin. Değil mi? Nasıl olsa bu dertlerin bir gün küçülürdü gözünde, o zaman cidden mutlu olurdun. Oldun mu peki?"
"Hayır."
"Seni öldürmek istiyorum biliyor musun?"
"Neden?"
"Gerizekalısın. Beni hapsettiğinden beri hep iyiyim mutluyum diye takılıyorsun ortalıkta. Cidden öylesin belki de tamam bunları da ben yapmamışım gibi davranacağım, peki bu hala bir şeyler arayışı neden? Neden hala bi boşluk var içinde, dolduramadığın?"
"Sanki sen doldurabilirmişsin gibi konuşma bana."
"Dolduramam. Ama yardım edebilirdim. O boşluğun yükünü taşıman için. Ama ağzıma sıçtın Tuğçe. Üzgünüm. Yanında olmadım hiç sayende, doğduğumdan beri. Ama derler ya yanında olmayacağım artık diye. Sen onu anla işte. Artık varolmayacak olan sensin."

8 Ekim 2017 Pazar

Yorgunluk var üzerimde.
Dünya bir günlüğüne dursa mesela. Sadece bir gün. Yapmak istediğim, ertelediğim her şeyi yapsam. O içimdeki gürültü diner belki. Belki tuhaflığın neyden kaynaklandığını bulurum.
Mesela bir günlüğüne sessiz olsa Kızılay. Atatürk Bulvarını baştan aşağı yürüsem, ama kimsenin sesi çıkmasa. Ya da sessiz bir yere gidebilsem. Sakin bir ormana, koruluğa.
Biri olsa keşke. Evet. Birinin karşısına oturup saatlerce gözlerine bakmak istiyorum. Kahverengi gözlerine. Neden mavi göz falan değil bilmiyorum. Kahverengi işte sadece. Sonra da sarılıp o sıcaklıkla uyuyakalmak istiyorum.
Sadece sarılıp ağlamak istiyorum bazen de. Biri var bunu yapmak istediğim, ama henüz çözemedim.
Kendimi dünyadan soyutlamak ve soyutlamamak arasında kalıyorum.
Boşluğum bir günlüğüne gitse üzerimden mesela. Sokakta yürürken, dersteyken, arkadaşlarımlayken aniden gözlerime perde inmese. Perde yok olsun istemiyorum. Şikayet ettiğimden değil bu. Sadece bir gün istiyorum. Bir gün. Perdesiz.
Yorgun uyanmamak istiyorum. Sevdiğim bazı insanlarla eğlenirken aklımın köşesinden çıkıp beynimin merkezine yerleşen diğer insanlarla konuşmak istiyorum. O an o mekandan ayrılıp yanlarına gidesim geliyor hep. Loş ışık istiyorum o an. Ve o kişiyi.
"Anlat." desin mesela biri. Ağlamadan anlatabileyim istiyorum. Ağzımı açamadan karşısında oturmak istemiyorum.
Ya da o/onlar anlatsın, ben dinleyeyim mesela. Sabaha kadar dinlerim.
Yukarıdaki perdeden bahsedeyim mesela. Ya da onun/onların perdesi var mı böyle acaba? Onu sorarım ona/onlara. Merak ediyorum.
Hep neşeli eğlenceli olmak istemiyorum mesela. Derin mevzulara giresim geliyor. Ama giremiyorum.
Yalnız hissediyorum bazen. Böyle şeyler düşününce de bencil hissediyorum. Kimse kimseyi dinlemek zorunda değil, kimse başkasıyla aynı olmak zorunda değil. Kimse kimsenin arkadaşı olmak zorunda değil. Kimse benimle böyle şeyler konuşmak zorunda da değil yani. Bencillik işte. O kadar aciz hissediyorum ki. İnsanın doğasında olan bir şey aslında, ama kötü hissettiriyor. Bencilce.

21 Eylül 2017 Perşembe

Kusarak ağlamak istiyorum. Yine.
Bu günlerde daha fazla geçmişe dönüyorum. Oradayım hep. O mekanlarda, o hissi o günkü gibi yaşıyorum. O yüzden dalıp gidiyorum belki de. O yüzden eskisine göre daha zorlama gülüyorum. Kendimi ifade etmekte zorlanıyorum. Önceki gün ne yaptığımı unutuyorum. Birkaç saat önce eve gitmek için hangi otobüse binmem gerektiğini unuttum. Bindim ve erken indim otobüsten. Bunu inince fark ettim. Kalan yolu yürüdüm sonra.
Bu ben değilim. Değil miyim? Herkese sarılan, oradan oraya zıplayan, Gülümseyen, heyecanlanan, tepki veren, çantasına kitap koymadan dışarı çıkmayan, yeni şeyler öğrenmeye çalışan, merakını devam ettiren ben; rüzgar estiğinde durup hissederdim, şimdi tıkanıyorum.
Diğer insanlar nasıl kafalarını boşaltıyor diye düşünüp ortamlara karışıyorum. Kalabalık gürültüsü, müzik ve sahte kahkahaların tırmaladığı insanlar çarpıyor yüzüme.
Kendimden küçüklerle takılıyorum sonra. Başta istemeden oluyor bu, Ama neşeleri, umursamazlıkları hoşuma gidiyor, devam ediyorum.
"Aşık olmaya" çalışıyorum, bana "yürüyenlerden" en yakışıklısına "yürüyorum". Havalı bir şey ya çünkü. Belki severim falan.
"Gel çıkalım sonra tanışırız." diyor bana. "Senin için ölürüm" de diyor. Gözlerin çok güzel diyor. Mavi cosplay lensleri takılı olan gözlerime.
Daha önce kimse için ölmemiş çünkü. Çünkü beyninin yerinde çükü var. Çünkü hayatında yaşadığı en büyük hayal kırıklığı, istediği kızın içine boşalamaması olmuş.
Tüm yazımın içine ediyorlar sonra. Bir şey hissetmediğim için yol yakınken dönüyorum oradan gerçi.
Hala neşeli olduğum zamanlar var, hala çabaladığım zamanlar, yanındayken telefonuma sarılıp 500 snap atmadığım insanlar var. Ama o kadar geçici geliyor ki, neşeli hallerim ve her şey. Bunları milyonuncu kez yazıyorum belki de. Ben de bıktım dönüp dolaşıp iç dünyamın ne kadar mal olduğunu buraya zırvalamaktan, bu kadar saçma biriyken burada yazı gereksizliği yapmaktan. Ama yazıyorum işte. Düzelmeyi deniyorum,  yine de kusasım geliyor arada. Kusamayınca yazıyorum.
Regl mi oldum acaba yav?
Odaya giriyor. Nerede olduğunu bilmiyor ama titreyen elleriyle kapatıyor kapıyı arkasından. Korktuğu için titremiyor elleri. Biraz sonra her ne yapacaksa onu yapmak istemediği için de değil, öylesine titriyor sadece. Her zamanki hali.
Ahşap bir masa var odada. Mutfaktan banyoya dönme bir oda gibi görünüyor. Küçük bir penceresi var odanın. Ilık, bulanık su dolu eski bir küvet, masanın üstündeki radyodan gelen tanıdık bir tınıya eşlik ediyor.
Gülümsüyor önce kız, daha önce gelmiş gibi. Burası bulunmaktan zevk aldığı bir yermiş gibi. Sırıtıyor aslında sonra. Kahkaha atmamak için zor tutuyor kendini. Kıkırdayıp usul adımlarla etrafını süzerek ilerliyor odanın içinde. Ayakları çıplak. Eskimiş soğuk beyaz fayanslar ürpertiyor bedenini. Üstünde bol gelen beyaz bir gömlek var sadece. Erkek gömleği bu. Erkek arkadaşının belki de. Belki de sadece bol bir gömlek giymek istemişti, bilemiyoruz. Pencereyi kapatıyor, çekiyor kahverengi perdeyi. Küveti arıyor gözleri. Küvetten gözünü ayırmadan gömleğini çıkarıyor usulca. Küvete girmesi gerek çünkü. O kadar şeyin arasında o küvete girmesi gerek bir de. O an yapması gereken, düşünmesi gereken başka şeylerin olduğunun farkında. Ama o küvete girmek istiyor o an. Sadece o küvette olmak istiyor. Çıkarıyor gömleğini, gömlek pürüzsüzce kayıyor bedeninden. Titreyen ellerine bakıyor kız. Yavaşça kaldırıyor başını, odayı inceliyor. Tavandaki paslanmış borulardan birinin sızdırdığını görüyor. Gaz mı yoksa buhar mı diye düşünüyor. Sonra umrunda olmadığını fark ediyor. Neden bunu düşündüğünü sorguluyor bir süre. Gözleri tekrar küvete kayıyor. Korku var bu sefer bakışlarında. Titriyor elleri. Kayıp düşmemek için direnerek, tutunarak giriyor küvete. Uzanıyor. Ilık su soğuk bedenini ürpertiyor başta, sonra alışıyor ve bırakıyor ellerini. Suyun inanılmaz zevk verdiğini hissediyor, tüm hücrelerinde hissediyor suyu, ufak bir inleme çıkıyor dudaklarından istemsizce. Su onu koruyordu sanki. Sıcaklığı güven veriyordu belki de. Yüzünü de suya soktuğunda tüm dünya susuyor o an. Su tüm sesi alıyor içine, boğuyor. İyi geliyor ona sessizlik. Dış dünyayla ilgili hiçbir şeyi duymama hissi, o sesi kısabilme hissi belki de. Tuttuğu nefes bitecekti elbet. Keşke bitmeseydi. Keşke hep suyun altında kalabilseydi.
Duraksadı o an.
O uçak aklına geldi. O otobüs, o eller, o an esen rüzgar, gözyaşlarına karışan yağmur, elinden o an düşen peçete. O an kesildiği gibi kesilmişti nefesi. Aniden değil, yavaşça. Ama evet, artık nefes alamıyordu. Nefesini kesen olay suyun altında olması değildi. Hissettiği rüzgar daha da güçlüydü sanki. Sanki o gün hissettiği yağmur sadece onun üstüne boşalıyordu o an.
Duraksadı. Direnemiyordu artık rüzgara, yağmura. Ama suyun içinden çıkmadı. Bekledi. Bekledi.. Yapabilirdi. Karşı koyabilirdi hepsine. Kendini dinleyebildiği tek yer bu küvetti. Burayı da kaybetmeye niyeti yoktu. Küvetin kenarlarını sıktı.
"Geçecek." dedi. "Bu yağmur da, rüzgar da geçecek. İyi olacağım. Düşünmeyeceğim."
Yenilmeyi istememek gibi bir şey değildi onunki. Yeteri kadar yenilmişti belki de. Yarışmak istemiyordu. Kazanmak istemiyordu. Düşünmemeyi istiyordu sadece.
Bekledi.
Dayanamıyordu artık.
Bıraktı ama işte. Çıktı suyun içinden.
Daha yeni doğmuşcasına derinden ve keskin bir nefes aldı.
O odada değildi artık. Mekan değişmişti.
Bir yatak odasıydı burası. Hardal rengi duvarları, victoria tarzı oyulmuş işlemeleri olan beyaz bir yatak, dolap, makyaj masası ve bulunduğu küvet olan sımsıcak bir oda.
Oda yıkılıyordu. Duvardaki çerçevelerin sırayla düşüşünü izledi. Sallanan dolabın kapının önünü kapatışını izledi. Yatağın parçalanışını, çökmek üzere olan tavanı, küvetinden taşan suları gördü. Sarsılıyordu oda. Her şey sarsılıyordu. Ama o sadece küvetine tutundu.


Tutundu ve etrafı izledi.

17 Eylül 2017 Pazar


Ergenlik.

Boşluk. Bağlantı.

Tekrar boşluk. Tekrar bağlantı. Birini çok sevme. Derdini dinleyip düzeltmeye çalışması. Boşluktan ötürü karşıdakine bağlanma.

Bağlantının kopuşu. Şok. Bu durumda genelde insanlar ne yaparlar ki düşüncesi. Şok. Komik bir intihar girişimi.

Acıyı hissediş. Şok. "Ha bu muymuş ya. Neyse o zaman." zamanları. Şok.

11 gün yataktan çıkamama. Derin depresyon. Şok. Kendini soyutlama. Varolmaması gerekiyormuş gibi hissetme. Şok.

İçinden hislerin alınması. Sarılamama. Gülememe. Soğukluk. S o y u t l a n m a. Şok.

Kusmuk??

Geride bırakmaya çalışma. Bari bi işe yarasam durumu.

Frozen the Movie. Elsa. İdol. Çizgi film karakterini rol modeli olarak görme. Çünkü kız kendisi gibi soğuk nevaledir. İstemsizce gerizekalı gibi davranır ve bunun geri dönüşü olmaz, düzeltemez. Kendini öyle kabul eder. Artık insanlara yaklaşmanın bi manası yoktur. Uzaklaşır. Kendi alanında özgürdür ve bu mutluluğu ona acı verir. Filmi izleyip izleyip saçma sapan ağlar.

Hedef. "Ben de böyle filmler yapacağım. İçimi öyle dökerim belki." modu. Animasyon filmlerine, grafiklere, düşüncelere, hayal gücüne bağlanma. Gerçeklikten kopuşun, nefret edişin ilk evreleri.

Hayal. Üniversite. Gerçekleşen hedef. Ya da üstteki hedefe ilk adımı atış. Yıllarca hayalini kurup bununla iyileşmeye çalışmak.

Başlangıç. İyi insanlar, güzel mekan. Mekanı kapsayan her şeyin iyi gelmesi, iyileştirmesi. İyileştirdiği için mekana bağlılık. Bağlanma. Bağlantı. Sarhoşluk.

Uçak. Habersiz vedalaşma. Gidiş.

Mekanın verdiği mutluluk. Sarhoşluk.

Dönüm noktası. Whatsapp mesajı. Yağmur. Valiz. Boğulma. Kahkaha. Şok.

Mekanın verdiği acı. Acının tatmin edişi. Sarhoşluk. Eksiklik. Şok.

Gezmeler. Dolaşmalar. Gözyaşının kalmaması. Acının verdiği acı. Şok.

Hedef mekanına geri dönüş. Odaklanma. Birileri için ayakta kalma çabası. Kahkaha. Eve aylarca adım atmama. Hedef mekanında vakit geçirme. Sokaklarında ağlamalar. Çığlıklar.

Bağlantı. Birilerine bağlanma.

Hedef mekanının kül olması.

Çöküş.

Hedefin yok olması.

Kahkaha. Çığlıklar. Şok. Ağlama. Sarhoşluk. Kahkaha. Tekrar kahkaha. Tekrar kahkaha. Tekrar çığlıklar.

Ayakta kalmaya çabalıyormuş gibi görünmek.

Ameliyat. Eksikliğin ismini sayıklama.

Hedef mekanın küllerinin üstüne kurulan çöplüğe dönüş. Şok.

İlk defa birilerini öldürme isteği. Kendinden korkmak. Şok.

Mekanın mezarlık oluşu. Anı mezarlığı. Her gün cesetlerin üstüne basıyormuş gibi hissetmek. Ölme isteği. Şok.

Mezarlıkta 1 yıl.

Peruklar. Kostümler. Kahkahalar. Dans. Kahkahalar. Kafa dağıtmalar.

Mezarlığa gidiş gelişler.

Birine bağlandığını düşünmeler.  Eksikliği doldurmaya çalıştığını fark etme. Geri çekiliş.

"Ayağa kalkmalı mı" düşüncesi. Ne yapacağını bilememe.

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Şimdi alta bir link bırakacağım ama yazıyı okurken fon müziği olarak kullanmanız için değil, şarkının hissettirdiklerinden bahsedeceğim.

https://www.youtube.com/watch?v=eLBozbquURs

Bir senedir dinlemiyordum. ondan önce her gün 7/24 kulağımdaydı. İçimdeki depresyona(saçma sapan anlamlandıramadığım hislere) can verip onları ayağa kaldırırdı çünkü. Ağlamama sebep olurdu bazen ama genelde nedensiz bir coşkuyla dolardı içim. Ne kadar hüzünlensem de besliyorlarmış beni. Şu an fark ediyorum. Ve şu an kötü anılardan, olaylardan kaçmak ne kadar korkunç gelse de bir yandan, böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Vakti geldiğinde tahammül edeceğim onlara. Vakti geldiğinde kaldırabileceğim onları.
Aslında kaçmak da değil belki de. Bir olaya "Ağlayacağına şunu yapsan daha iyi." diye bakmak kaçmak sayılır mı?
Bilmiyorum.
Az önce şarkıyı ilk kez dinledim. Ve film şeridine döndü şarkı, önceki hissettirdiklerine göre. bahsettiğim hüzün coşkusu hala var içimde. Dolanıp duruyor. Bir şekilde dışarı çıkmak istiyor ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Eksik gibi oluyor bazen. Tamamlanmak istiyor sanırım. Ya da gitmek istiyor. İstediği çok şey var. İçimdeki açmak istemediğim konulara bir çok çözümü var aslında. Ama hep saçmalıyor.
Bu yaz mesela. O kadar değişik geçti ki. Boşluğum hiç yapmadığım şeyler yaptırdı. Pişman olup daha fazla saçmalamadan uzaklaştım şimdi. Ama keşke fazla insan olmasaymış diyorum hayatımda. Keşke hayır diyebilseymişim bazılarına. Sorun o insanlarda değil. Her yer fazla kalabalık. Çok fazla gürültü. Çok fazla düşünce. Laf kalabalığı. Çok fazla ses. Çok fazla.
Uzaklaşmak istiyorum o yüzden. Bu şarkı da bu isteğimi hatırlattı bana. Gitme isteği. Gitmek kolay geliyor ama arkamda birilerini bu halde bırakıp gideceksem üzüleceğim. Kötü tadı olup da aynı zamanda şifalı olan bir şeyi içmek de böyle sanırım. Ama arkamdakileri daha iyi bir halde bırakabilirsem.. o zaman belki de içimdeki o hissin istediği şeyi yapmış olurum. İki türlü de mutlu olacak gerçi farkındayım. Gideceksem gideceğim yeri de hayal ediyorum sürekli. Aklıma kaybolacağım ormanlar ve tapınaklar geliyor. Tahta köprüleri olan vadiler, bahçeler. Fazla şehir ışığının olmadığı bir yer. Uçurumlarından kendimi bırakabileceğim bir yer. İlk çığlığımı attığım yer orası oldu. Tamamlamam gerek.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Zihnin çığlıklar atıyor, atacak da. 
Gözlerin, gözyaşların o kadar çok akacak ki, gözlerin mi uyuştu yoksa gözyaşların mı tükendi diye düşüneceksin. 
Her gün. Sonraki gün, sonraki gün, sonraki gün de; içini parçalayan o sözler, anılar, kalıntılar sarsacak seni. Yine. Kurtulamayacaksın. 
Yine. 
Yine ve yine. Tekrar ve tekrar. Kafandan çıkmayacak hiçbiri. Kafanı koparmak isteyeceksin. Çığlıkların dışa vuracak. Dişini sıkacaksın yine de. Tutunmaya çalışacaksın. Kendi içinde çoktan bırakmışsın aslında. Ama sırf birkaç kişi üzülmesin diye belki de, bırakmamış gibi yapacaksın.

Söylesene, bir anıya, düşünceye ne kadar uzun tutundun?
Acıyı serbest bırakmak yerine neden tutuyoruz değil mi?
Peki çok mu kolay bırakması? Sen biliyor musun nasıl serbest bırakılıyor bunlar? Bi fikrin var mı?
Bir şeyi unutmaya çalışmak nasıl oluyor? Unutmaya çalışırken de hatırlamıyor musun zaten? Bu nasıl bir çelişki o zaman? İşkence değil de ne bu?
Belki de bu yüzden acıda boğulmak daha kolay geliyor bazen. Kurtulamıyorsan acıyı yaşa dercesine. Bazen de belki normali budur diyorum. Belki de acıyı yaşamalı. O an ağlamalı belki de tutmak yerine. 
Zorlamamak gerek belki de. 
Belkiler de sıktı artık ya.

9 Haziran 2017 Cuma

Vuhuuğ.
Bugün hayattan bahsedeceğim biraz. Nasıl başlayacağımı da bilemiyorum pek. Üzgünüm.
Hani hayatımızda bir şeyler ters gider. Aşşırı ters gider hem de. O zaman anlarız ya hani, hayatımızın o zamana kadar normal gittiğini. Her şey güzel giderken aniden tepetaklak olmuşuzdur çünkü. Keşke her şey yolunda olsa deriz. Keşke her şey olması gerektiği gibi olsa.
Aklıma şu geldi bugün; filmlerde bir karakter vardır. Karakterin hayatı tıkırında gider ve bir an bam! Kırılma noktası, her şeyin değiştiği, başladığı yer. Değil mi? O nokta olmasa bir yere varamaz karakter. Demek ki o nokta gerekiyor diye düşündüm. Belki de o kırılmayı yaşamalı insanlar.
Peki ya o noktaya varınca olanlar? Herkes o noktadan çıkabiliyor mu? Devam edebiliyor mu? O noktada kaybolup giden olmadı mı hiç mesela? Herkes mı yolunu buldu be. Ya o noktanın içinde boğulmak? Hiç o noktanın içinde boğulduğunu düşünen yok mu benim gibi?
Boğulduğumun farkındayım. Ama o noktanın içinde mi boğuluyorum yoksa bu günlük boğulma mı diye düşündüm bir de. Yalnız hissediyorum. Çok yalnız hem de. Arkadaşlarımı özlüyorum bir yandan da. Takılmak eğlenmek konuşmak istiyorum. Öyle yapıyoruz da. Ama bir süre sonra yine başlıyor yalnızlığım. Muhabbetlere giremiyorum. Girmek istemiyorum çünkü eski sevgilisinin yeni kız arkadaşının ne yaptığı beni ilgilendirmiyor sanırım. Olmuyor işte. Bencilce hissediyorum ama Instagram muhabbetleri olunca konu, -boş bir muhabbet olunca işte- bi yalnızlık basıyor. Tabiki herkes farklıdır diye düşünüyorum ama sonra eve dönüp kitap mı okusam diyorum.
Sokaklar bir de. O kadar kalabalık ki. O kadar çok insan var ki. Topuklu ayakkabı sesleri, yere tükürenler, telefonla konuşanlar, sağa sola bakınıp önüne bakamayanlar, öğrenciler, yaşlılar, yoksullar... O kadar farklı ki insanlar, hayatlar.. Ama boğuluyorum işte. Etrafımdaki koşuşturmacalar bile yoruyor beni. Bir dakikalığına herkesin bi durmasını istiyorum. Durun bi etrafınıza bakın. Neler oluyor, neler dönüyor. Farkında olun diyesim geliyor. Durmuyor ama dünya. Durmayacak da. O kırılma noktasını artık atlatıp geçmem gerekecek. Arkada bırakmak gibi değil, üşüyüp de üstünü örtme ihtiyacını hissetmek gibi. Sadece üstümü örtmeliyim sanırım. Ama yapamıyorum.

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Vedalaştık. Ve patladım.
Son damla düşmüştü sanırım.
Ağladım. Tutamadım kendimi. Bahçeli'den eve kadar ağladım.

Annem sarıldı. Sımsıkı sarıldı. Ağlamamalıydım onun yanında, ama dayanamayacak kadar salağım maalesef.
"Sarılır mısın bana?" dedi. Kollarımı göğsümde birleştirdim. Artık ağlamayıp sakinleşmek için gözlerimi kimsenin açamayacağı kadar sıkı kapattığımdan emindim. Kollarımı da birbirine kavuşturdum. Annem tuttu bileğimi.
Sarıldım.
"Kendini neden rahat bırakmıyorsun?" diye sordu. Bırakırsam korkardı benden. Eminim.
Yatağıma götürdü beni. Saçlarımı okşadı. Ellerime baktı. O iğrenç suratıma baktı. Ayrılmadı yanımdan. Sakinleşeceğimi düşündü, bekledi.. bekledi.. Tavana ağzım açık baktım yarım saat. Beni izledi yine.
Gözlerim sızlıyor.
Neyse gidip snap atacağım by

edit: friends de izledim

26 Mayıs 2017 Cuma

Yoruldum.
Çok yoruldum.
Gülümsemekten o kadar bıktım ki, o kadar yoruyor ki.
Sanki gülümsemek bana "yakışmıyormuş" gibi, hani kızlar bir şeyleri kombinler de arkadaşları "Şu şapka fazla olmuş ya at onu." der ya. İşte gülümseme isteği o şapka sanırım.
İçimde bölündüm. Farkındaydım ama bu sefer kafamı kurcalayan şey gülümseyen kısmım.
Acaba gerçekten mutlu oluyor muyum bazı anlarda? Şüphelenmeye başladım. Bir şeye güldükten sonra niye güldüğümü düşünür oldum. Komik değildi ki neden gülmek için zorladım kendimi? Ama belki de komikti? Hep bu ikilemdeyim. Cidden hissederek mi gülüyorum yoksa gülüyormuş gibi yapmak artık otomatikleşti mi bende? Son vermeli mi buna? Neye son vereceğim peki? Hangisi gerçek benim? Gülümseyen mi yoksa sessiz olan mı?

21 Mayıs 2017 Pazar

Rüyamdaydın yine.
Bu seneki tüm rüyalarımı hatırlıyorum biliyor musun? Hep geliyorsun. Ben de rüyada olduğumu bilmiyormuşum gibi yapıp sarılıyorum sana. Sen hep yeni gelmiş gibi sevinçli oluyorsun çünkü. Bozmak istemiyorum. Bazen seninle aynı masada oluyoruz. Ve sen belli bir saatin gelince gidiyorsun. Genelde olduğu gibi.
Bazen aynı rüyayı görüyorum haftalar boyunca. Odamdayım mesela. Çizim yapıyorum, kafamı çevirdiğimde odamın kapısında buluyorum seni. Bir süre sonra rüyada olduğumu anlar anlamaz o masadan kalkıp sana koşmaya başladım. Daha fazla sarılabileyim diye.
Artık sana sarılınca "Rüya mısın yoksa gerçek misin?" diye soruyorum cevabını bilmeme rağmen. Beni iyice sarıp "Rüya" diyorsun gülümseyerek. Öyle bir söyledin ki bugün, sanki duymak istediğim cevap buymuş gibi. Bozmadım yine. Daha çok sarıldım sana. "Sevindim." dedim.

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Neden dans ederiz?
Neden ölürüz mesela.
Dalıp giderken o karşıdaki yağmur tanesi kanatlanıp gidiyor ve yine boşluğa dalıyorum.
Her türlü boşluktayım gerçi. Sadece, insanlar bir şeye baktığımı düşününce daha az göze batıyorum sanırım.
Belki de böyle devam etmeli. Biri bir şey dediğinde üç dakika sonra fark edip "Ha?" diye cevap vermeliyim.
Birini beklemeli mi yoksa devam mı etmeli?
Gelir mi ki?
Gelmez belki de.
Gelse iyi olur aslında. Artık gülmekten sıkıldım çünkü.
Sahte sahte davranmaktan sıkıldım.
Sanki kalbimi söküp elimde taşırsam rahatlayacakmışım gibi hissediyorum. Gerçi içimdeki o ağırlığı kalp mi yapıyor emin de değilim.
Beynimi mi söksem?
Var mı ki?
Hem gözyaşlarım da akar, az daha rahatlarım. Hafiflerim. Benden geriye bir şey kalmaz böylece.
Biraz daha mı kahkaha atsam?
Önce ağlayıp sonra gülsem mi ya da?
Ya da önce içimde kalmasın diye birini öldürüp önce kahkaha atıp sonra ağlayıp sonra da kendimi mi öldürsem?
Ne yapsam ki?
Neyse gidip peruğumu yıkayayım.
Sarılıp 30 tllik rimelimi ağlarayarak akıtabileceğim bir arkadaş arıyorum detaylı bilgi için dm

18 Mayıs 2017 Perşembe

AHAHAHAHAHAHAHAHSHSHSHSHDKDHKAHSKDHAJAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHHAHHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHSJSHSHSKHSKAAHKAHAJSHAJAHAHJSDJHDKSHAHAHAHAHAHAHAHAHAHSJSHSHSHJAHSJAHAHAHAHAHAHAHAHAHSHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAHAAHAHSKSJDKDJKFJKDHDKAHSJDHKSHDKSHDKDJDKD

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Gülümse.
Güleceğim. Gülmem gerek.
Hayat devam ediyor ya çünkü. Harley olacağım yine cosplay etkinliklerinde. Fotoğraflarımı paylaşacağım. Eğlenmeye çalışacağım. Saçma sapan insanlar mesaj atacak.
"Çok tatlısın."
"Çok güzelsin Harley."
"Harleyciiiiiim nabeeerr"
"Aklıma geldin mesaj atayım dedim :)"
"Oha saçın mı vardı senin?"
"Çok ponçiksin"
"Ay o gözleeeer"
Eğleneceğim. Gülerek cevap vereceğim. Bazıları engel yiyecek. Sahte sahte konuşacağım bazılarıyla. Kendim olmaya çalışırken araya sıvışan bu yapmacıklıkların gerekli olduğunu varsayarak devam edeceğim. Bir yanım devam et diyor çünkü. Yap ne istiyorsan. Normalde ne yapacaksan, bütün bunlar olmasaydı şu an nasıl davranacağını düşün ve onu yap. Devam ediyormuş gibi yap! Fotoğraf çek, okula git, dizi izle, oyun oyna. Bunları düşüneceğim ve cosplay etkinliğim için hazırlanacağım. mutluluklarıma el değmemiş gibi davranacağım. Saçma sapan snap videoları çekmek beni mutlu edecek ama mutlu olmayacağım. Ama normalde olsa beni mutlu ederdi, o yüzden mutluymuşum gibi davranacağım. Tekrar bir şeyler paylaşacağım. Ve bu böyle devam edecek.
Döngü.
Rahatsız olmuyorum aslında. Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın, kendi kendime yaşıyorum işte. Çok da ilgilendirmiyor "sosyal medya arkadaşlarımın" tepkileri. Ama sanırım 100 like yerine, cosplay etkinliği yerine değer verdiğim biriyle saatlerce konuşmayı yeğlerdim.
Çok tanışmak istediğim insan var mesela. Ya da sebepsizce aurasından hoşlandığım, ilgimi çeken insanlar. Bir şey yaptığımda alkış ya da kalp emojisi atanlar değil de o an yaptığım şeyle ilgili soru soran insanlar, onları daha çok seviyorum. Çünkü gerçekten merak ediyorlar. Konu benimle ilgili bir şeyi merak etmeleri değil. Bir konu hakkında meraklı olmaları, derinlere inmeleri. Çekinmeden sormaları. Bu insanlarla her şeyden konuşabilirsin. Her şeye açıklardır. Tecrübeyle sabit.
*Bu arada instaya da bi selfie atayım öylesine xd*
İşte kararsızlık, emin olamama durumu var. Bazen öyle bir halde oluyorum ki, sanki ot çekmişim de etrafımda gökkuşakları dönüyor. Duman dolu bir odada gibi hissediyorum ve aşırı derecede dalgın ama mutlu oluyorum. O anları çok seviyorum çünkü sebepsizce gelişiyor, aniden. Unutturuyor bazı şeyleri bu sebepsiz dalmalarım. Unuttuğumu fark ediyorum sonra. Sonra bir anlığına aklımdan çıkan o "anılar" aklıma geliyor. Sonra ağlıyorum işte. Aha. Başa dönüyoruz.
Döngü.
Dönüyoruz ya. Sevdiklerimiz uzakta. Elimde bir avuç insan kalmış, biebs in the trap dinleyerek ağlıyorum ben de.
Staja başvurdum işte. Başladım da. iki üç iş teklifi aldım düzene sokmaya çalışıyorum. Stüdyom için spot yapacağım bugün ampulleri aldım. Film izliyorum arada. Kitap okuyorum. Şu anki kitabımı birisi 1970 yılında kızına hediye almış, kapağında yazıyordu. Sonra acaba şimdi ne haldeler diye düşündüm. Acaba babası kızıyla mıdır? Ya da yaşıyorlar mıdır? Babası ölmüş müdür? Yoksa acaba önce kızı mı öldü?
Deniyorum bir şeyler düşünmemeyi, ama olmuyor, kendimi tekrar başta buluyorum.
Döngü.

9 Mayıs 2017 Salı

5 Mayıs 2017 Cuma

Randevu-3

+Hissediyor musun?
-Hissetmemem gerekenleri mi konuşuyoruz yoksa herhangi bir şeyden mi bahsediyoruz?
+Sen daha iyi biliyorsun.
-İkimiz de birbirimiziz. Çok saçma bu kaçamak cümlelerin.
+Ama bölündük. Karşımda duruyorsun. Demek ki bir şeyleri yine parçaladın içinde. Yoksa bu odada kısılı kalmazdık bildiğin üzere.
-Biliyorum biliyorum. Sadece içimdeki sessiz kısmı karşımda görünce bocaladım. Her zamanki gibi. Hissetmek de aynı şey gibi geliyor bana. Hislerin anlamlarını kendimize göre yorumluyoruz. Aşk mesela. Ya da heyecan, hüzün. Değişik kavramlar, ucu açık. Git dediğinde karşıdakinin gel anlaması kadar normal mesela. Birine aşık olup diğerinden de hoşlanmak gibi karışık. Bu da zaten aşkın ne olduğunu bilmediğimizden kaynaklanmıyor mu?
+Aşık olmuşsun.
-Olmadım. Oldum belki de. Çok şey hissettim bir zamanlar. Ama geçici olduğunu biliyordum ve bu hep bastırmama sebep oluyor bastırıyorum ve inanabiliyor musun? Geçiyor! Bu biraz da korkutuyor aslında. Hisleri bastıra bastıra hissedememek. Belki de hissetmek ama belli edememek. Şansı kaybetmek. Yaşadım bunu. Bu yıl iyi olacaktı, en azından deneyecektim, ama içine etmeyi başardım yine. Üzen kısmı şansı kaybetmek değildi. Her yerde kendim olabiliyorken "o" an saçma sapan bir insana dönüşüyor olmamdı üzen şey. Karşımda başkası olsaydı yine kötü hissedecektim bu konuda. Bu arada üzmek demişken üzüntüme de yaptım aynı şeyi. Bastırmayı. Ağlarken kendimi tutmayı becerebildim bu hafta. Geç oldu ama hiç olmamasından iyidir değil mi?
+Daktiloyu kırdın.
-Kırmadım. Koliyi açtığımda yıllar sonra ilk kez görmüştüm onu. Yanında fotoğrafım vardı. Ofisindeydim. Sandalyede oturuyordum ama sadece alnım görünüyordu. O kadar küçüktüm. O zamanlar basmaya çalıştığım daktilo kadardı belki de boyum. O zaman parmaklarımın güçsüzlüğünden basamadığım tuşlara bastım o gün. O kadar içimde kalmıştı ki basamamak.. Uzun uzun bastım belki de. Daktilodan çok, fotoğraftı canımı yakan. Çekildiğini bile hatırlamıyordum. İlk defa gördüm o fotoğrafı. Basıyordum hala. Saçma sapan basıyordum tuşlara.. Rastgele. Gözyaşlarımı hissettim sonra. Ellerimin üstünden daktilonun tuşlarına aktılar. Oradan da makinenin içine, derinlerine. O an özlediğime ağlamadım sanırım. Neden bu daktiloyu hatırlamıyorum diye ağladım. Neden o fotoğraftaki anları hatırlamıyorum diye ağladım. Neden anların değerini bilemedim diye ağladım. Neden daha fazla sarılmadım diye ağladım. Neden ofis eşyaları eve geldi diye ağladım. Neden o burada değil diye ağladım sonra. Uzadı böyle işte. Herkeste onu aradığım aklıma geldi sonra. O bahsettiğim "geçici hislerin" hep onun yüzünden olduğunu hatırladım. Geçiciliklerde hep onun gülüşü vardı. Ve ben o gülüşe aşık oluyordum.